Ben böyle yazınca mail bombardımanına tutuluyorum, fakslar masamın önünde birikiyor.
Olsun gördüğümü, duyduğumu, gözlemlediğimi yazmaya devam edeceğim.
Doğru Yol Partisi’nin ismini Demokrat Parti olarak değiştirmesi partinin vizyonunu, bakış açısını değiştirmediği gibi daha da kötüye götürmüştür.
Demokrat Parti Türk demokrasisi için önemli bir partidir.
Çoğulcu demokrasinin bir simgesidir.
Ama her güzel şey gibi o da misyonunu çeşitli nedenlerden dolayı tamamlamıştır.
Yakın tarihe girip baktığımızda, geçmişin anılarını dinlediğimizde bunun gerekçelerini çok net bulabiliriz.
Doğru Yol Partisi’nin Demokrat Parti’ye dönüşmesinin de bir anlamı vardı.
O da merkez sağda birleşmek, bütünleşmek ve yeni bir ruhla hareket etmekti.
“Birleşiyoruz, birleştik...” derken, değişen sadece tabelalar oldu.
Seçim yazıları yazmak için Anadolu yollarına gittiğimde tabelaların da değişmediğini gördüm.
Parti binalarında Doğru Yol Partisi pankartları arasında Demokrat Parti’ye oy isteyenlerin sayısı çoktu.
Hadi Anadolu’nun imkanları azdı, vakit çok azdı...
İzmir’de, İstanbul’da durum farklı mıydı?
Tabelalar değişmişti ama yüzlerdeki ifade aynıydı.
İl başkanları, ilçe başkanları konuşma yaparken bir “Doğru Yol...”, bir “Demokrat Parti...” diyorlardı.
Kendileri bile ne diyeceklerini, halktan nasıl oy isteyeceklerini bilemiyorlardı.
Kimse yüzde 47’ye şaşırmasın...
Paramparça bir merkez sağ, birleşiyormuş gibi yapmış bir merkez sol olunca vatandaş “Bari düzen değişmesin, gırtlağımıza kadar borçlandık...” diyerek oyunu gidip AKP’ye atıp geldi.
Doğru Yol ile Anavatan’ın yaptığı siyasi bir intihardı.
AKP ise “Cumhurbaşkanı seçmemize engel oluyorlar...” söylemiyle siyasi tiyatrosunu oynamaya devam etti.
Sonuç kimseyi şaşırtmasın...
* * *
Hatta bir hatırlatma yapayım. Türkiye’deki bu siyasi parçalanmışlık; 2002’den değil 1994’lerden gelir.
Vatandaş kendisine söz verilen ne iki anahtarı alabilmiştir, ne de gümrük birliği sayesinde ekonomik refaha ulaşmıştır. İki vaadin de nasıl bir kazık olduğunu ancak 2000’lerin sonunda öğrenmiştir.
Halk merkez sağın efsanevi lideri olarak gösterilen Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’in hiçbir konuda anlamamış olmasına rağmen birbirlerini aklamada nasıl bir araya geldiklerini de unutmamıştır.
Bir Mesut Bey... Bir Tansu Hanım...
Hayalleri tek tek sona erdirmiştir. Hep söylüyorum.
2002’de AKP’yi tek başına iktidara getiren seçim sonuçlarını incelemek gerekirse işe 1994’teki ekonomik krizden başlamak gerekir.
Yanlış politikalar, merkez sağı büyütmek yerine küçülten stratejilere, seçmene bıkkınlık getiren kadrolara...
Verilen sözlerin bir daha hatırlanmamasına... Türkiye’nin vizyonuna, büyüklüğüne dar gelen politikalara...
* * *
22 Temmuz’dan sonra Mehmet Ağar görevinden ayrıldı.
Yapması gereken en doğru işi yaptı.
Erkan Mumcu yeni yeni yüzünü göstermeye başladı.
Ki, ondan da beklenen Ağar’ın yaptığı gibi parti genel başkanlığından ayrılmasıdır.
Demokrat Parti ise genel başkan seçerken bile zorlandığı bir olağanüstü kongre yaptı.
Süleyman Soylu’nun iyi niyetli olduğundan hiç kuşkum yok ama halkta bir heyecan yaratmadığı ortadadır. Şimdi ise...
“Madem mevcut fotoğraf bu... Bunu toparlayacak Tansu Çiller’den başkası değil...” sesleri yükseliyormuş. Hem de bu sesin İzmir’den yükseldiği ifade ediliyor. Kimse kusura bakmasın...
Geçmişin kaybedilmesinde kusuru olanlara gelecek teslim edilmez.
İzmirliler Türkiye’yi kucaklayacak yeni bir lideri çıkarmak için kafa yorsalar çok daha iyi iş yaparlar.