Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Telefonum çaldığında İzmir’den binlerce kilometre uzaktaydım. Arayan çok sevdiğim bir dostumdu.
İzmir’in yakından tanıdığı, daha doğrusu dünyanın bildiği, aradığı; hocaların hocası Prof. Dr. Adnan Akyarlı’ydı.
Sesi kesik kesik geliyordu.
Zar zor...
“Yeğenimi kaybettim...” sözünü duyabildim.
Kısa bir başsağlığı diledim.
Konuşamadı bile...
Akyarlı’yı tanıyanlar O’nun bir duygu insanı olduğunu çok iyi bilirler.
Sesinden de, davranışlarından da nasıl bir ruh halinde olduğunu çok net belli eder.
İçi de, dışı da birdir.
Tanıdığım, tanıyabileceğim en hümanist insanlardan biridir.
Telefonumu kapatınca gözüme sevgili hocamın o anki durumu gözümde canlandı.
Yıkılmış olmalıydı.
Sesindeki titreme bunu doğruluyordu.
Çünkü aramızdan ayrılan kendi yeğeni değil de, hiç tanımadığı biri bile olsaydı aynı tavrı sergilerdi.
* * *
İzmir’e ayak basar basmaz telefonlaştık. Üzüntüsünü hala atabilmiş değildi.
Güçlükle konuştu, olayla ilgili ayrıntıları anlattı. Telefonu kapattığımda “Yine mi, bu kaçıncı...” diyebildim...
Akyarlı’nın yeğeni Murat Tüfekçioğlu, bayramın birinci günü, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda yürürken bir otomobilin altında kalmıştı.
Araç önce kaldırıma çarpmış, ardından takla atarak Murat’ın üzerine düşmüştü. Araba güçlüklü durdurulabilmişti.
Murat, hemen Dokuz Eylül Üniversitesi’ne kaldırılmıştı ancak bütün çabalara rağmen yaşam mücadelesini iki gün sonra kaybetmişti. Düşünebiliyor musunuz?
Bayramın birinci günü... Evden çıkmışsınız... Sahilde yürüyorsunuz... Ve aracın biri aşırı süratten hakimiyetini kaybediyor ve üzerinize çıkıyor.
Araçta bira şişeleri bulunmuş. Aracın sürücüsü ile Murat, hemen hemen aynı yaşlardaymış.
Murat, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Reklam ve Halkla İlişkiler Bölümü’nde okuyordu.
Birinci sınıf öğrencisiydi. En büyük hayali iyi bir reklamcı olmaktı. İstanbul’a gidip büyük prodüksiyonlar yapmayı hayal ediyordu. Çok yönlü bir gençti. Hobileri vardı. Güzel fikirleri...
Geleceği yeniden kuracak, yeniden şekillendirecek kuvveti de...
“Yine mi...” derken dile getirdiğim isyanım, bir gazeteci olarak ardı ardına kesilmeyen bu tür haberlerdendi.
19 yaş...
Bir insanın hayatında hiç unutamayacağı günlerdir. Eminim Murat da çok mutluydu. Bu kısa yaşam öyküsüne sığdırılmış birçok başarı öyküsü vardı.
Umutları kadar bunları gerçekleşmesine olanak verecek potansiyeli; hedefleri ve bunun için eylem planları...
Bu yaşam süreci, sahil yolunda aracını aşırı bir hızla kullanan alkollü bir sürücünün onu tek başına yürüdüğü kaldırımda bulup çarpıyor ve acı sonla noktalanıyor.
* * *
Yarım kalmış öyküler, her zaman içimizde bir burukluk yaratır.
Aynı yaşta, birbirlerini hiç tanımayan iki genci kader bir yerde buluşturuyor.
Biri hayalleriyle birlikte aramızdan ayrılıyor.
Diğeri kendisiyle ilgili çıkacak kararı bekliyor.
Ama ne farkeder ki...
Murat yok, Murat’lar yok...
İnsanların akıllanması için ille de kaza yapıp ceza alması mı gerekir?