Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

NASIL hızlı geçiyor günler; ucundan yakalayabilene aşk olsun.
Hafta başlıyor, hafta bitiyor. Yeni insanlar, yeni haberler...
Kulağa hoş gelenler de var, bizleri üzen de...
Bazen “Hayat böyle birşey” deyip, üzerinde durmadan geçiyoruz.
Bazense yüzüne bakmak istemiyoruz yaşamın...
Her şey bizim için değil mi? İyi de, kötü de...
Tamam da; insan bazı şeyleri unutamıyor.
Sezen Aksu’nun o çok sevdiğim şarkısındaki mısralar gibi...
“Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem. Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir. Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem...”
Gitmek zor; gerçekten zor...
Düşünüyorum da; kimler geldi, kimler geçti.
Aileden, yakın çevreden, meslekten...
Ahmet Piriştina’nın aramızdan ayrılmasının üzerinden tam beş yıl geçmiş. 15 Haziran 2004... O günkü telaşı, kalabalığı, kaosu unutmak mümkün mü?
İnsanların şaşkınlığını, gözyaşlarını, birbirlerine sarılmalarını...
Günlerce inanamadım, kendime gelemedim. Hala da öyle...
İsmail Sivri üstadımızı da yitireli iki yıl olmuş. İzmir’in üç Don Kişot’u dediğim Mazhar Zorlu, Osman Aydemir ve İsmail Sivri’yi birkaç yıl arayla kaybettik. Onlarca, yüzlerce anımız var.
Ünal Korukçu’yu daha çok yeni uğurladık. 
Ufuk Güldemir de bu diyardan gideli iki yıl olmuş. Dün gibi...
Gözümüzü açtık, kapattık, iki yıl geçmiş.
Ufuk Güldemir, Frank Sinatra’nın o unutulmaz şarkısıyla uğurlanmak istemişti.
“My way...”
Benim yolum...
Frank Sinatra‘nın bu şarkısının hem melodisi, hem sözleri çok güzeldir.
Güldemir’in ve kaybettiğimiz bütün sevdiklerimiz anısına “My way” in sözleriyle yazımı bitiriyorum.
Kendi yolunda yürüyen herkese selam olsun...


My Way (Benim yolum)
VE şimdi son burada, son geldi.
Ve bu yüzden final perdesiyle yüz yüze geldim.
Arkadaşım ki, ben ona sevgili derim.
İçinde bulunduğum durumumu açıklayacağım.
Bütün yollarda seyahat ettim.
Ve bundan daha da önemlisi kendi yolumu tuttum.
Birkaç pişmanlığım var.
Ama aslında ifade etmeye değmeyecek kadar azlar.
Yapmak ve görmek zorunda olduklarımı yaptım ve gördüm; hiçbir bağımlılığım olmaksızın.
Tüm işlerimi planladım; yol boyunca dikkatli adımlarla...
Ve bundan daha da önemlisi kendi yolumu tuttum.
Evet... Zaman vardı, daha bildiğinden eminim.
Düşündüğümden daha çok mahvolurken...
Ama tüm bunlar arasında şüphe varken ortada...
Hepsini yok ettim, bitirdim.
Hepsiyle yüzleştim; hayatta kaldım, yıkılmadım ayaktayım.
Sevdim, güldüm ve ağladım.
Boşluğu doldurdum; kayıp hissemi.
Ve şimdi, gözyaşlarım dindiğinde bunu çok eğlenceli buluyorum.
Onları yaptığımı düşündüğüm için...
Utanmadığımı söyleyebilir miyim?
Hayır ben değilim; yolumu buldum ben.
Bir adamın fikri neyse zikri de o mudur?
Eğer değilse o zaman hiçbir şeyi yok demektir.
Gerçekten hissettikleri ise söylediği şeyler; birinin diz çökerek söylediği kelimeler değildir o zaman...
Kayıtlar gösteriyor; rüzgara kapıldım ve kendi yolumu çizdim.
Evet bu benim tarzımdı.
(Frank Sinatra)



Sabih Kanadoğlu’na göre adam
YARGITAY Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun katılımıyla İzmir’de gerçekleşen CUMOK’un düzenlediği “Çağdaş Demokrasi” başlıklı konuşmada bazı notlar tuttum. Şu cümle çaprıcıydı.
“Yargı, mutlaka bağımsız olmalıdır. Eğer yargı bağımsızlığını kaybederse mutlaka siyasallaşır. Tarih, siyasallaşmış ve bağımsızlığını kaybetmiş bir yargının, bir bumerang gibi onu kendisine bağlı hale getirmeye çalışanları vurduğuna ilişkin örnekler doludur. Tarihten ders alınmasında yarar vardır...”
Kanadoğlu, yüzde 21 oyla iktidar ortağı olan Refah Partisi’nin laiklik karşıtı eylemleri nedeniyle kapatılması kararının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından “yakın ve açık bir tehlike”nin varlığı gerekçesiyle doğru bulunduğunu hatırlattı. Günümüzde Türkiye’nin, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak görülen bir siyasi parti tarafından yönetildiğini ve bu siyasi partinin anayasayı değiştirerek “siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmayı” tasarladığını, bu koşullar altında yapılmak istenen anayasa değişikliklerine karşı çıkacaklarını dile getirdi.
*  *  *
Kanadoğlu, çağdaş demokrasilerde iktidarların eleştirilebildiğini; yurttaşların daha iyi olduğunu düşündükleri insanların iktidara gelmesi için çaba sarf etmelerinin bir hak olduğunu söyledi. Aksi durumda rejimin adının çağdaş demokrasi değil, dikta olacağını; diktanın mutlaka silah zoruyla geçekleştirilen bir eylem olmadığını ifade etti.
Kanadoğlu’nun sarf ettiği sözcüklerin tümü çok anlamlıydı; ancak yaptığı “adam” tarifi, “Özdeyişler” kitabına girebilecek nitelikteydi.
“Korkmuyorum diyen insan doğru söylemez. Korkmasına rağmen ülkesinin yararına olduğuna inandığı ülkülerin peşinde koşan insanın adı adamdır.”
Başbakan Erdoğan, Nazım Hikmet’in “Ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizelerini anımsatmıştı geçen ay. “Biz yanmasak” bölümünü atlamış; ama olsun. Ölümünün 46’ıncı yıldönümünde andığımız Hikmet’in “Yaşamaya dair” şiirinden bir bölümle bitirelim biz de.
“Yaşamayı ciddiye alacaksın. Yani, o derecede, öylesine ki... Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda. Yahut, kocaman gözlüklerin. Beyaz gömleğinle bir laboratuarda... İnsanlar için ölebileceksin. Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için... Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken. Hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)