Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Balkan tarihinde 1945 yılı, bir parantez olarak kalacak, kır kbeş yıllık bir dönemin başlangıcına damgasını vurdu. Bu dönem, özellikle yarımadanın güney ucunu, merkezi Washington olan Atlantik Birliği içine alarak ileri bir karakol haline dönüştürdü. Buna karşılık, zaman zaman Yugoslav toprakları dışında kalan diğer tüm bölgelerde beyni ve kalbi Kremlin olan imparatorluğun güney kanadı yer aldı. Siyasal olarak artık Balkanlar yoktu.
Bazılarına Sovyet, bazılarına da Amerikan modeli sunulması, bu ayrılıktan sadece devletlerin değil, halkların da etkilenmesine neden oldu.
Ancak, sadece Sovyet askeri danışmanları kabul eden Yugoslavya ve Arnavutluk için durum farklıydı.
Tito 1948'den, Enver Hoca da 1960'tan beri Sovyet modelini bırakmış durumdaydılar.
* * *
ASLINDA, 1980'de Tito'nun ölümünden beri Yugoslav Federasyonu bir kriz içinde bulunuyordu. Ekonominin kötü durumunun nedeni, idari yolsuzluklar ve cumhuriyetler arası rekabet idi.
Komşu Orta Avrupa'da komünizmin çöküşü, Yugoslav Komünist Partisi'nde deprem etkisi yaptı. Dengesi bozulan Komünistler Birliği, zaten azalmış olan saygınlığını da kaybetti ve cumhuriyetler halinde örgütlere bölündü.
Çıkmaz içindeki Yugoslav halkları için bu çöküş, Almanya'da çalışan milyonlarca işçinin çok iyi tanıdığı pazar ekonomisine ve milliyetçi düşlere yol açtı.
Bir "Yugoslav Devrimi" meydana gelmedi; fakat, Sloven, Hırvat, Makedonya, Bosna, Sırbistan, Karadağ "devrimleri" ortaya çıktı. Bunlar, her cumhuriyetin komünist veya demokratik rejim biçimlerini ve federasyonun kaderini tayin eden hareketler oldu.
* * *
28.000 km2'lik verimsiz topraklara sahip olan Arnavutluk, sona ermek üzere olan 20. yüzyılda ekonomik, sosyal ve kültürel bir geri kalmışlığa gömülüyordu. Bilinçli olan üniversite öğrencileri, demokratik özgürlükler istiyordu ve parti başkanı Ramiz Alia, rejimi kurtarmak için sınırlı bir açılımı kabul etti.
"Balkanlar'ın Tarihi"ni yazan Georges Castellan'a göre bunlar, çoğulcu demokrasi, pazar ekonomisi ve ulusal emellerin; bölge, Avrupa gibi daha geniş dengelere bağımlı hale getirilmesiydi. Churchill, "Avrupa demokrasisinin, bulunan sistemlerin ehven - i şeri olduğunu" söylemiyor muydu?
Parlamenter demokrasi iki yüz yıllık bir süreçte İngiltere ve Fransa'da şekillemişti.
Bu açıdan Balkan halklarına zaman tanımak gerekirdi.
Uluslararası toplumun onlara hemen dayatabileceği tek istek, insan haklarına saygılı olunmasıydı.
* * *
AMA özellikle Yugoslavya; "insan hakları" diye bir mefhumu tanımadığını gösterdi.
Sonunda Sırplarla Arnavutlar arasında sıkışıp kalan "Kosova" bardağı taşıran damla haline geldi.
Bu noktada bazı gerçekler de su yüzüne çıktı.
Müdahalenin gecikmesi pek çok cana mal oldu, ama dünya kamuoyunu yanına çekmesi, haklılık kazanması bakımından da yararlı oldu.
Bu arada Rusya'nın, Sovyet dönemini hatırlatan müdahalelerden vazgeçmeyeceği de anlaşıldı. Ama Moskova'nın tepkisi pek de ciddiye alınmadı.
Kriz dönemlerinde Birleşmiş Milletler'in zaafı da bir kez daha ortaya çıktı.
BM hukukuna uygun hareket edilirse "veto" müessesesi nedeniyle kriz dönemlerinde etkisiz kalınacağı anlaşıldı. Bu nedenle de Yugoslavya'ya müdahalede BM atlandı.



Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr