“Son yılların en iyi habercisi kimdi” derseniz ben “Mehmet Ali Birand”dı derim.
O hem rejisördü, hem aktördü.
Hem kendisi haber peşinde koşardı, hem ekibindekileri koştururdu.
Kabiliyetli, yetenekli, haber kokusunu çabucak alabilen ve onu çok güzel yazan, her okuyucunun anlayacağı şekilde, üslupta ifade edebilen bir gazeteciydi.
Ben yıllar önce şunu söylerdim:
Milliyet’te iki haberci var ki yazdıkları hep manşet olur. Bunlardan biri Mehmet Ali Birand’dır. Evet zaman ilerledi ve Mehmet Ali her tip haberde, özellikle siyasi haberlerde bileği bükülemez bir haberci, köşe yazarı, yorumcu oldu. Onun için özetle söylenecek şuydu: Haber neredeyse Mehmet Ali oradadır. Ve herkesten önce oradadır.
* * *
Mehmet Ali ile Milliyet’e girişimiz aynı tarihlere rastlar. Meslek hayatımız da bir çok kez kesişti. Öyleyse onun Can Dündar’a anlattığı ve ömrünün hikayesinin yer aldığı kitaptan bir alıntı yapalım:
“Sekiz aylık nafile bir debelenmeden sonra, bir haber toplantısında Doğan Heper, ‘Olmuyor! Bu gazete böyle yürümüyor,’ diye isyan etti. Birand’ın burnuna kadar gelmişti. O da patladı. Gel yap o zaman,’ diye diklendi. Ama Heper, hiç beklemediği bir karşılık verdi: Çekil yapayım.’
Gazeteyi aldı. Ve Birand’ın yapamadığını yaptı. Manşeti attı, sayfayı çattı, matbaaya yolladı. Koptuğu, sabrın taştığı, yolun bittiği noktaydı bu...
* * *
Sonra Mehmet Ali, Aydın Doğan’ın odasına çıktı.yapamıyorum Aydın Bey, olmuyor,’ dedi.”
Sonrasını ben anlatayım.
Mehmet Ali aşağı indi. Biz yani yazı işlerinin elemanları ve bazı yazarlar onu bekliyoruz. O bize şöyle konuştu: Aydın Bey bana “Doğan Heper’le konuş ve Brüksel büroya hakim ol” dedi. “Allahaısmarladık.”
İşte, Mehmet Ali Birand’a da bu yakışır, yani gerçeği olduğu gibi söylemek ve yapmak. Gazetecilik bir yarıştır. Hayat boyu süren ve her gün galibi ilan edilen bir yarış. Bu yarışta galip gelmek için, gazeteci hızlı olmalı, hırslı, iddialı olmalı ve zamanı gelince, geçici de olsa geri adım da atabilmelidir... Mehmet Ali Birand’ın yaşamı da bunu gösteriyor.
Bu sayede bugün de var. Hem de en üst sıralarda.
Yarın da olacak, hatıralarda.
* * *
Mehmet Ali’nin haberi, köşe yazısı pek çoktur ama biri var ki unutulmaz, dünya çapındadır, adeta tarihe kazınmıştır.
O da Milliyet’teki APO (Abdullah Öcalan) röportajıdır. Mehmet Ali bu röportaj için, PKK liderinin Lübnan’daki gizli karargahında üç gün geçirdi. Abdullah Öcalan’ın anlattığı her şeyi Milliyet okurları için yazdı. PKK’nın Mahsum Korkmaz Akademisi’nde yapılanları izledi. Fotoğrafları da Coşkun Aral çekti.
Dediğim gibi bu röportaj dünya çapında idi. Apo ile ilk röportajdı.
Anonsları tam sayfa kadardı.
Ve bu önemli röportajın anonslarının yer aldığı gazeteleri hükümet toplattı.
Oysa bir “olay”, “haber değeri” varsa haberdir. İşte Mehmet Ali’nin Apo röportajı da böyledir. Mehmet Ali röportaj sonrası İstanbul’a varışını şöyle anlattı:
“Maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul’a iner inmez gazeteye koştuk.
Kahraman gibi karşılandık.
Coşkun, karanlık odaya girdi; ben, daktilomun başına geçtim. Her gazetenin manşetini dolduracak, her yayın yönetmeninin ağzını sulandıracak malzeme vardı elimde. Doğan Heper, hiç tereddüt etmeden, birinci sayfayı dünya çapında bir haber olduğunu düşündüğü bu röportaja ayırdı. Görebilecekleri tepkiyi tahmin ediyordu; ama gazetecilik heyecanı tüm kaygıların önüne geçiyordu.”
* * *
“Eski askerler ölmez, kaybolur.”
Mehmet Ali de kalemi elindeyken kaybolmak istiyordu; tıpkı daha önce sonsuzluğa uğurladığı meslek büyükleri gibi...
Ve Mehmet Ali kalemi elindeyken göçtü. Ölmedi, kayboldu...