Bugünkü gibi bir Türkiye görmedim, hatırlamıyorum. Karışık, daha doğrusu karmakarışık bir Türkiye. Adeta kâbus... Her gün ülke çapında yeni bir olay. Her gün yeni bir kurumlar çatışması.
Oysa 72.5 milyonluk bir ülke.
Dünyanın önemli bir yerinde.
Nüfusu genç. Ve bu gençler tahsil peşinde.
Herkes çalışmak, yani iş istiyor.
İşverenlerimiz var ve dünyaya yayılmış.
Yurttaki 72.5 milyon, ekonomik patlama yapmak için hazır.
Dışa karşı yurdu koruyan, NATO’nun 2. sayıca kalabalık ve teknik bir ordusuna sahibiz.
Ama bu vasıflar sanki bazılarımıza batıyor ve birbirimizi yiyoruz.
Sanki herkes enerjisini birbiriyle çatışmak için harcıyor.
Adeta asker düşman ilan edildi.
Bir süredir ülke kendi kendini yok ediyor.
Niye?
Dirayetsiz, kalitesiz liderler yüzünden mi?
* * *
“Balyoz harekâtı” çıktı.
İhtilal planlayan, teşebbüs eden kim olursa olsun cezasını görmeli. Ama anında.
Oysa bu harekât 7 yıl önce planlanmış, üstelik iktidarın haberi de olmuş. Peki bugüne kadar gereği niye yapılmamış?
Sonra 5 bin sayfa tutan yazılı darbe olur mu?
Hadi oldu diyelim. Peki darbe planı 1. Ordu’da neredeyse, herkese açıklanabilir mi?
Sonra ordunun yalnız İstanbul bölümüyle, yani 1. Ordu ile darbe yapılabilir mi?
Hele hele camileri bombalama akıl alır mı?
Peki kısa kesip sonuca gelelim. Bu kadar hazırlık var ama ortada darbe yok, niye?
Tam, askere sivil yargının iptal edildiği ve Kozmik Oda’da bir şey bulunmadığının açıklandığı gün 7 yıl önceki darbe planının açıklamasının yapılması sakın gündemi değiştirmek için olmasın?
Ya da “Emasya” protokolünün iptaline zemin hazırlanmak istenmesin?
Bunlar akla gelen sorular.
* * *
Tabii bir şey var ki onu da akıl almıyor.
Ordunun kati, teferruatlı yani herkesi tatmin edici bir açıklamada geç kalması. Bunun, Orgeneral İlker Başbuğ’un ağzından ancak pazartesi yapılması.
Türk Silahlı Kuvvetleri darbeler konusunda sabıkalı. Bunda sivillerin de günahı olup olmadığı tartışılabilir. Ama her şey bir yana Türk Silahlı Kuvvetleri’nden hemen anında ve teferruatlı açıklama bekleyenler haksız sayılır mıydı?
* * *
Unutmayalım. Türkiye zayıflıyor.
Güçlenmesi lazımken zayıflatılıyor.
Bu duruma “dur” demek gerekir. Hem de acele...
BEYAZ SAYFA
Türkiye’nin eski defterleri kapatıp, yeni bir beyaz sayfa açması lazım.
Bu böyle gitmez.
Acele, liderler toplanmalı, Türkiye için, 72.5 milyon için bir araya gelmeli.
Yani, “Türkiye normale nasıl döndürülür”ü görüşmeli ve sonuca varmalı.
Halk bu sonuca varmayı önleyeni, bu yola taş koyanı affetmez. Affetmeyecektir.
Bu çağrıyı yapmak büyüklüktür.
Meclis’te temsil edilen partilerin liderleri bu, “Türkiye’yi normalleştirme toplantısı”na katılmalı, sonuç almalı.
En azından yeni anayasa, partiler arası ittifak gerektirir.
Liderler bugün bir araya gelmezlerse ne zaman gelecekler!
Başbakan’ın dersi...
Başbakan Memur-Sen’in toplantısında konuştu ve “demokrasi dersi” verdi!..
Demokrasi çoğunluğun istediğini yapması değildir.
Seçilmiş olmak, göz yumulan, yasaklara aykırı şeyleri (dinleme gibi) meşru kılmaz.
Demokrasi “referandum” da değildir.
Demokrasi aşiret reislerinin, şıhların, şeyhlerin sözlerinin etkili olduğu rejim değildir.
Demokrasi gelirler arası uçurumu, bölgeler arası eşitsizliği sürdürme rejimi değildir.
Demokrasi; yurtta birliği beraberliği, huzuru her türlü hürriyeti ve özellikle söz hürriyetini, sağlama rejimidir.
Demokrasi “erk”ler arasında uyumlu bir ayrılık rejimidir.
Başbakan keşke dersinde bunları söyleseydi...
AĞCA VE
Güneş, Kozakçıoğlu
Abdi İpekçi’nin katili Ağca 30 yıl sonra hapishaneden çıktı.
Eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu TV’de bu cinayetle ilgili olarak konuştular.
Dinleyince onlara hak verdik. Ve katilin bulunmasını zorlaştıranın askeri merciler olduğuna da inandık. Tabii dönemin bu iki üst düzey yetkilisinden biri İçişleri Bakanı, öbürü de İstanbul Emniyet Müdürü olunca onlara inanmak gerekirdi.
Ama onların ithamları cevapsız kalmadı.
Dönemin sıkıyönetim komutanı Necdet Ürug ve askeri savcı Ahmet Koç ilk kez TV’de Can Dündar’a konuştu ve onlar da o dönemin polisini itham ettiler.
Ürug özellikle, o zaman polisin Pol-Der ve Pol-Bir diye ikiye ayrıldığı üzerinde durdu. Savcı Koç’sa, Ağca’nın evinin bile polis tarafından 14 gün sonra arandığını, bunun hata olduğunu söyledi.
Ürug ve Koç, dediğimiz gibi, 30 yıl sonra ilk kez konuşuyorlar ve Güneş’le, Kozakçıoğlu’na cevap veriyorlardı, itham ediyorlardı.
Bunun üzerine hafta başında Kozakçıoğlu ve Koç yeniden TV’ye çıkıp konuştular.
Ama biri suç için, “Ordu içindeki küçük bir grubun yönlendirmesi” derken, Kozakçıoğlu, “Kaçak mafyasının işi” dedi.
Kozakçıoğlu dün de “Ağca’yı kullananlar onu öldürebilirler” diye ilave etti. Bu öldürülme ihtimali bize göre 30 yıldır var. Bunu geçen hafta bu köşede belirtmiştim.
Yani iki yetkili akılları daha da karıştırdılar.
Oysa biz gerçeği bekliyoruz. Demek ki daha bekleyeceğiz.
TV’LERİN
Faydası da var
Ben, TV’lerdeki yayınların zararlı olanları kadar, faydalılarının da olduğunu hatırlatıp, bunların benzerlerinin çoğaltılmasını dileyeceğim.
Mesela geçende bir TV’mizde, Lumumba’nın macerası vardı. Kongo’nun ve Afrika’nın uyanmasından rahatsız olanların onu nasıl öldürdüğünü gençlere hatırlatmak, göstermek yararlı değil miydi?
Küba’da Batista’nın düşüşünü ve Castro’nun iktidara gelişini de gençler TV’de izlemediler mi?
Sonra, birçoğu beğenmese de, Türkiye’nin bugünkü resmini verdiği ve değişimi gösterdiği için TV’lerdeki “evlenme programlarının” bile faydası var.
8 aylık hamile genç bir hanıma TV’de talip çıkıyor.
Bir simit alıp, simitçiye verdiği 10 milyon için “Üstü kalsın” diyen genç adamı, genç kadın sırf bu sebeple reddedebiliyor.
Hele çeşitli konulardaki tartışma programları.
İşte Türkiye bu.
Daha bunlara benzer faydalı programlar var ama benim yerim yok...