Bu Tayyip Erdoğan’la ülkenin iyiye gidemeyeceği artık belli oldu. Onun İstanbul Belediye Başkanı olması da yanılmıyorsam bir tesadüftü.
Nasıl bir tesadüf? Başka kelime bulamadığım için “tesadüf” diyorum. Ben aklımda kalanı anlatayım, siz adını koyun.
İstanbul Belediye Başkanlığı için güçlü adayların başında İlhan Kesici geliyordu.
Ama son anda Zülfü Livaneli de aday olmaz mı?
Tabii oylar bölününce az bir farkla Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı’nı almış oldu. Kesici, kazanabileceği bir seçimi kaybetti. Livaneli Tayyip’e yardım etmiş oldu.
* * *
İstanbul Belediye Başkanlığı Erdoğan’ın önünü açtı. Yani, “Allah yürü ya kulum” dedi. Ve bugüne gelindi.
Peki başbakan olmakla ondan ne beklenirdi?
72 milyonun birlik ve beraberliğini sağlaması, Türkiye’yi ekonomik bakımdan fırlatması, yani yurdu şantiyeye çevirmesi, vatandaşlar arasında gelir adaletsizliğinin, bölgeler arasında gelişmişlik farklarının kalmaması, fakirliğin ne olduğunu yeni kuşakların artık kitaplarda okuması, Türkiye’ye bütün dünyada saygı duyulması ve kuvvetler, yani erkler arasında iş bölümüne ve uyuma saygı.
Niye Erdoğan’dan bunlar beklenirdi? Başkası parti başkanı ve başbakan olsa bunlar ondan beklenmez miydi?
Erdoğan İstanbul gibi bir şehrin kenar semtlerinden birinden “yani halkın arasından” gelmiş ve yine dünyanın en büyük şehirlerinden birinde belediye başkanı olarak staj yapmıştı. Tabii bunlar olumlu noktalardı ve bu yüzden ondan beklenenler farklı olacaktı.
Ama o bu farkı müspet değil menfi yönde gösterdi. Cumhuriyetin kazanımlarını bile tartışma konusu yaptı, yapmak istedi.
* * *
Şimdi bakıyoruz. Türkiye şantiye halinde değil, fakirlik hâlâ yaşıyor ve Başbakan’ın kavgalı olmadığı, evet “kavga” kelimesini bilerek kullanıyorum, kavgalı olmadığı devlet müessesesi yok.
Böyle başbakanlık olur mu?
Başbakanın az ve yerinde konuşması, saygı uyandırması gerekmez mi?
Ama bizim Başbakan biraz önce söylediğimiz gibi herkesle kavgalı ve hâlâ herkese laf yetiştiriyor. Sanki başlıca işi o. Yani kolayı seçme.
O, yurtta arabulucu olacakken, ona arabulucu olunması isteniyor. Olur mu?
* * *
Başbakan’a naçizane bazı tavsiyelerim olacak.
Türkiye’yi düşünün. Parayla çeşitli menfaatlerle satın alınmış medyanın yazdıklarına bakmayın. Başka fırsatlar çıktı mı bunlar sizi yalnız bırakırlar. Dönekler önce de olmadı mı?
Sakın unutmayın, siz yalnız yüzde 47’nin değil, tüm Türkiye’nin Başbakanısınız.
Ona göre davranın...
DİNLEME
Uzun zamandır “dinleme” şikâyetleri vardı. CHP Genel Merkezi’nin dinlenmesi bunlara tuz-biber ekti. Bu şikâyetlere son verecek olan iktidar değil de kim olabilir?
İçişleri Bakanı’nın aklı başında açıklamasını dün dinledik. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın acayip sözlerini duyduk. Şimdi bu konuda konuşma sırası Başbakan’da. Bakalım o, yangına benzinle mi, suyla mı gidecek?
Türkiye bölündü
Başbakan “GAP Eylem Planı”nı Diyarbakır’da açıkladı ama belediye başkanı o toplantıya katılmadı. Van’da ise teröristbaşı Öcalan’a destek sloganları atılıyor. PKK’lılar için saygı duruşunda bulunuluyor. DTP İl Kongresi’nde İstiklal Marşı yerine Kuzey Irak’taki Kürt yönetimin “Milli Marş” olarak kabul ettiği marş çalınıyor
Peki sonra ne oluyor? Onu İçişleri ve Adalet bakanlarımıza sormalı. Türkiye’nin bütünlüğünden hükümetin bu iki bakanı öncelikle mesul değil mi?
SKANDAL
7 kişi neden öldü?
Eminönü’nde 7 kişinin ölümü, 127 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Mısır Çarşısı’ndaki patlama için yargılanan sosyolog Pınar Selek ikinci kez beraat etti.
Mahkeme patlamaya bombanın mı, gaz kaçağının mı neden olduğunun tespit edilememesi, kesin delil bulunmaması gerekçesiyle beraat kararı verdi.
Selek hakkındaki, örgüte yardım yataklık suçu ise zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırıldı.
Bu skandaldır. Türkiye’nin İstanbul gibi bir şehrinde, Eminönü gibi medeni bir iş merkezinde 7 kişinin öldürülme sebebi bulunamamıştı. Dava 10 yıl, yanlış okumadınız 10 yıl sürmüştü. 8-9 kişilik bir bilirkişi heyeti kurulmuş, hepsi birbirbirine benzemeyen raporlar vermişti. Ve sonunda “Patlamaya neyin sebep olduğu tespit edilemedi” denmişti.
Bazı işlere gelince aslan kesilen Adalet Bakanı acaba şimdi buna ne der?
İZLEYİN
Kaç gazete ve TV
Ben bilmiyordum. Okuduğum zaman hayret ettim.
Ufuk Uras, evinde TV olmayan tek parti başkanı imiş.
Ben ortalama bir siyasinin, her gün TV’lerdeki ve gazetelerdeki haberleri, şöyle veya böyle izlediğini zannederdim, yanılmışım.
Çünkü dünya büyük, Türkiye 72 milyonluk bir ülke.
Dünyadaki olayları ve Türk halkının sorunlarını öğrenmek için önce TV’ler ve gazeteleri izlemek gerek. Yoksa gözü ve kulağı olmayan bir yaratıktan ne farkımız kalır?
Başkalarını örnek diye vermek yakışık almaz oysa kendinizden söz edebiliriz.
Benim önümde her gün 20 gazete var, onları okurum. TV’lerin haber niteliği olan programlarını tatil günü, tatil saati demeden, gece gündüz izlerim. Haber TV’leri her gün karşımda açık durur. Bu yıllardır böyledir. Ancak böylece yurt ve dünya meseleleri için konuşma hakkını kendimde bulurum. Yoksa “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” sözü doğrulanmış olur.
Siyasiler de böyledir. Her şeyi, her olayı yerinde inceleyemeyeceklerine göre TV ve gazeteler onlar için de vazgeçilmezlerdendir. Konferansları izlemek ve yeni fikirleri orada öğrenmek de imkânsız gibidir, onun için de imdadımıza TV ve gazeteler yetişir. Gazete ve TV’ler günceli kovalarlar, onun için kitap gibi de değillerdir. Yani siyasiler de TV’lerden ve gazetelerden vazgeçemezler.
ERİVAN
Dostluk istiyor mu?
Ermenistan ile Türkiye arasında “peynir diplomasisi” başlıyor. İki ülke üreticileri ortaklaşarak “Kafkas peyniri” adı altında bir peynir ürettiler. Bu peynir şimdi satışa sunulacak. Bu, iki ülke arasındaki düşmanlığın sona erdiğinin ipuçlarını veriyor diye sevindik. İyi ama Ermenistan bu yılki Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye’ye hiç puan vermedi. Oysa Türkiye Ermeni ekibine bu yıl da 10 puan verdi. Dostluk yoksa tek taraflı mı başlayacak?