İngilizcede tarih yazılış sırasında önce ay sonra gün yazıldığından dünyada 14 Mart, 3,14 sayısına benzemesi nedeniyle “Pi Günü” olarak sayılmakta. 1879’da Alman fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi Albert Einstein’ın da doğduğu tarih olan 14 Mart ülkemizde Tıp Bayramı olarak kutlanır.
14 Mart 1827 tarihinde Sultan II. Mahmut’un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Bey’in de katkılarıyla İstanbul’da ilk tıp okulu, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire kurulmuştur. Daha sonra kuruluşu 1470’lere dayanan İstanbul Üniversitesi’nin adı altında anılacak bu kurum her zaman gurur duyduğum okulum İstanbul Tıp Fakültesi’nin de temelini oluşturmuştur.
14 Mart Tıp bayramı ilk kez 14 Mart 1919 tarihinde 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak kutlanmıştır. Tıp öğrencileri 1827 yılında aynı gün eğitime başlayan Tıbbiye’nin 92. yılını kutlamak amacıyla günümüzde Sağlık Bilimleri Üniversitesi binası olan okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı asarak aynı zamanda işgali de protesto etmişler.
Dil bile aynıdır
14 Mart’ın anlamı Türk doktorları için Tıp Bayramıdır. Ben bu vesileyle
Ağır metal zehirlenmesi sözü kendi gibi ağır bir ifade bırakıyor insanda. Bile bile zehirlenmeyi kim ister ki? Sanayileşme ile beraber çevre kirliliğinin de giderek arttığı dünyamızda daha annemizin karnındayken bile birçok toksik yani zehirli maddeye ister istemez maruz kalabiliyoruz. Bu toksik maddelerden bir grup olan ağır metaller yer kabuğunda doğal olarak bulunan bileşiklerdir. Bozulmaz ve yok edilemezler. Bu maddeler genelde vücudumuza gıdalar, içme suyu ve hava yolu ile girerler. Birikme eğilimi gösterdikleri için vücuda giren miktar ve sürekliliğine göre de zehirleyici bir etki yaratırlar.
Sağlığımızı tehdit eden ağır metallerin sayısı oldukça fazladır. Hatta bunlardan bazıları vücut metabolizmamız için gereklidir ancak belli bir dozun üzerinde onlar da zehirlenmeye sebep olur. Bunlara ayrıca değineceğiz ama en sık karşılaştıklarımız arasında yer alan kurşun, cıva, kadmiyum ve alüminyumdan biraz bahsetmek isterim.
Çıplak elle dokunmayın
Sanayide daha çok benzin katkı maddesi, radyasyon koruyucusu, kablo yalıtkanı olarak ya da pil yapımında, oyuncaklardaki boya ve saç boyaları da dahil olmak üzere tüm kurşun bazlı boyalarda, lehim yapımında, cam, kristal üretiminde, evdeki
Kalp yaşamı devam ettirmek üzere kendi kendine çalışan ve ritmini düzenleyen bir organdır. Ana görevi olan kanı pompalama işini sürekli ve düzenli kasılmalarla sağlar. Bu kasılmayı gerçekleştirmek üzere sağ kulakçıkta yer alan bir merkezden elektrik uyarısını çıkartır. Bu uyarı özel hücrelerden oluşan bir yol üzerinden ilerleyerek her iki karıncığa kadar iletilir.
Kalp kasına ulaşan bu elektrik uyaranları ile de kasılma gerçekleşir ve kasılan kalp içindeki kanı ana damarlara pompalar. Kan da bu şekilde tüm organlara atardamarlar yoluyla ulaşır.
Blok çeşitleri
Uyarının merkezden çıktığı yerden kasılmayı gerçekleştirecek kasa ulaşana kadar izlediği yol üzerinde bir engel olmasına blok denir. Kalpteki ileti sisteminde meydana gelen bloklar bu engelin bulunduğu yere ve sebebine göre farklı çeşitlere ayrılır.
Blokların bir kısmı kendiliğinden geçer, tedavi gerektirmez. Sıklıkla sebep ortadan kalktığında bir daha da tekrarlamaz. Bazıları ise kalp durmasına kadar yol açacağından acil tedavi gerektirir.
Kalpte bloğa sebep olan en sık sebep ne ilginçtir ki aslında tedavi amacıyla verilen ve kalp hızını yavaşlatan ilaçlardır. Sıklıkla çarpıntı ile seyreden ritim bozukluklarında kullanılan bu
Tıp ne kadar ilerlemiş olursa olsun beynin çalışması ile ilgili hâlâ çözülememiş konular mevcuttur. Zihin ve akıl da işin içine girince konuşacak çok konu var. Bu sefer yalnızca beynin elektriksel faaliyetindeki anormallikten bahsedeceğim.
Beyin temelde glia ve nöron olarak adlandırılan iki tip hücreden oluşmaktadır. Glia hücreleri merkezi sinir sisteminde uyarı yaratmayan ve bilgi iletmeyen hücrelerdir. Genel anlamda sinir sisteminin tutkalı olarak bilinirler. Bu hücrelerin görevi nöron yani sinir hücrelerini sarmak ve onları bir arada tutmak, gerekli besin ve oksijeni sağlamak, bir sinir hücresini diğerlerinden ayırmak, fagositoz dediğimiz yol ile patojenleri imha etmek ve ölü sinir hücrelerini ortadan kaldırmaktır.
Sinir hücreleri ise uyarılabilir hücrelerdir. Beyinde milyarlarca sinir hücresi vardır. Beyin fonksiyonlarının tümü bu hücrelerin dizileri tarafından kontrol edilir. Dolayısıyla hareket, konuşma, düşünce, duyu ve duyguların hepsi düzenli olarak bunlardan gelen sinyallere bağlıdır. Sinir hücrelerinin aktivitesi elektriksel ve kimyasal sinyallerle birbirine iletilerek gerçekleşir.
Halk arasında sara hastalığı olarak da bilinen epilepsi nöbetler halinde seyreder. Beynin
Biz doktorlar hastanın hayati bulgularını değerlendirirken muayenede bazı kriterlere dikkat ederiz. Bunların “vital bulgular” olarak da adlandırılan kısmında nabız ve tansiyon yer alır.
Bildiğiniz üzere tansiyon, atardamarlarımızda dolaşan kanın damar cidarına uyguladığı basınçtır. Kalp bir pompa vazifesi görerek kanı damar içine pompalar, bu basınçla ilerleyen kan da yaşamı devam ettirmek için beyin başta olmak üzere hayati organlara ve tüm vücuda ulaşır. Kalp, kasıldığında kanı damar duvarına ortalama 120 mmHg basıncında bir kuvvet uygulayacak şekilde gönderir ve gevşediği zaman da bu basınç ortalama 80 mmHg’ye iner.
Büyük ve küçük tansiyon olarak bilinen bu değerler kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Hatta aynı kişide bile gün içinde ya da yaşla değişebilir. Bu değişikliğe sebep olan faktörler arasında vücuda alınan tuz miktarı, kişinin metabolizması, korku, heyecan, üzüntü gibi duygu durumları, hormonlar yer alır. Ayrıca damarın yapısı, esnekliği de önemli bir faktördür, yaşla birlikte esneklik azalır bu da basıncın yani tansiyonun artmasına sebep olur.
Farklılık gösteriyor
Nabız dakikadaki kalp atım sayısı olarak ifade edilir. Kalp kanı pompalamak için her kasıldığında damar
Adını anmaktan çekindiğimiz, duyduğumuz zaman da kulağımızı çekip tahtaya vurduğumuz kötü hastalıktır kanser. Ne yazık ki hepimizin ailesinde, çevresinde ya da sevdiklerimizde karşımıza çıkmıştır. Dün 4 Şubat Dünya Kanser Günü’ydü. İlk kez Hipokrat tarafından adı konulan bu hastalık, hücrelerin DNA hasarına bağlı olarak anormal biçimde bölünüp çoğalmasıyla seyreder.
Bu şekilde mutasyona uğrayan her hücre kanser oluşturmayacaktır. Zira her gün belirli dış etkenler yüzünden ya da doğal ilerleyişle binlerce hücremizde DNA hasarı gerçekleşebilir. Bu hücreler bağışıklık sistemimiz tarafından fark edilerek yok edilir. Bu nedenle grip gibi birçok enfeksiyon hastalıklarına yakalanmamak için vücut direncimizi kuvvetlendirirken aynı zamanda kendimizi kansere karşı da korumuş oluruz. Yüzde 100 korunabilmek tabii ki mümkün değil. Zaten bu mümkün olsaydı kansere de çare bulunmuş olurdu. Kanserlerin bir kısmı da genetik geçişlidir.
Çevre kirliliği
Günümüzde hayatımızı kolaylaştıran birçok sebep aynı zamanda da sağlığımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Bunların bir kısmını engellememiz çok zordur, hatta bazen imkansızdır. Örneğin hayatımıza büyük kolaylık sağlayan taşıtlardan çıkan egzoz gazı hem
Mide, sindirim sisteminin yemek borusu ile ince bağırsak arasında bulunan ve çiğnemeden sonraki safhasından sorumlu en önemli organlarından biridir. Boyutları kişiden kişiye değişmekle birlikte ortalama 4 litre sıvıyı barındırabilecek büyüklüğe erişebilir.
Midenin görevleri
Mide yediğimiz gıdaları, salgıladığı asit ve enzimlerle kimyasal olarak parçalar. Sindirimini kolaylaştırıp vücut için faydalı olacak hale gelmesine yardım eder.
Mide asidinin pH değeri 1 civarıdır. Normal şartlarda yakıcı ve zararlı olan bu asitten mide kendisini mukus tabakasını oluşturarak korur. Mide asidinin fazla üretildiği veya mukus tabakasının çok ince olduğu, yetersiz geldiği zamanlarda midede yaralar, gastrit ve ülser oluşabilir. Aynı şekilde bu asidin yetersiz kaldığı zamanlarda da sindirim sorunları yaşanabilir. Mide asidi, midede mikroorganizmalara karşı da bariyer görevi üstlenmektedir. Yiyecekte bakteri, mikrop varsa mide asidi sayesinde oranı düşer.
Mide kaslardan oluşan bir organdır. İçine yiyecek geldiği zaman her 20 saniyede bir dalgalar halinde hareket yaratarak hem yiyecekleri asit ve enzimlerle kıvamlı hale getirir hem de duedenum dediğimiz on iki parmak bağırsağına doğru göndermek üzere
Kış mevsiminin şu soğuk günlerinde soğuk havanın sağlığa etkisini, özellikle solunum yolları enfeksiyonlarındaki artış olarak gözlemlemekteyiz. Soğuk havanın kalbe olan etkisi ise hayati önem taşımaktadır. Özellikle ileri yaştaki kimselerde, kalp hastalığı olanlarda dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır.
Soğuk havanın etkisiyle vücuttaki damarlarda tıpta vasokonstrüksiyon denilen büzülme ve daralma ortaya çıkar. Bu tepki, vücudun ısısını sabit tutmaya çalışması, hayati işlevleri olan iç organları korumaya çalışması sebebiyle gerçekleşir. Ortaya çıkan bu damar daralması neticesinde kan basıncıyla beraber kalp atım sayısı da yükselir. Kalp bu yüksek basınca karşı daha büyük güç harcayarak çalışır. Bu olay kalbi yorar. Beraberinde koronerler yani kalp atardamarlarının da daralması, kalbin kanlanmasının azalmasına ve yeterli oksijen alamamasına neden olur.
Pıhtılaşma artar
İş yükü de artan kalp kasının iyi kanlanamaması sebebiyle angına pectoris dediğimiz göğüs ağrısı ortaya çıkabilir. Kalp hastalığında rüzgara karşı veya soğuk havada yüründüğünde göğüste ağrı olması bu sebeptendir. Hatta bu şikayet, başka hiçbir belirti vermeden bir kalp damar hastalığına ait ilk alarm olarak