Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

BÜLENT AKARCALI - Fransa’daki olayların Türkiye’ye de sıçrayabileceği endişesini taşıyan görüşlerin, ülkemizin ve de sığınmacıların etnik-sosyal ve ekonomik yapılarıyla, sanıldığı gibi bir benzerlik taşımadığına inanmaktayım.

2004’lerde başlayan tepkilerin kökünde Fransa’nın acımasız sömürgeci geçmişi yatmaktadır. Asırlar öncesinden başlayan bu süreç hâlâ devam etmektedir. Vietnam savaşını başlatan Fransa’dır. 1956’da büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra çekilmiş ve yerini ABD’ye bırakmıştır. Zulüm ve katliamlar Paris’in göbeğinde dahi işlenerek son yıllara kadar devam etmiştir.

Haberin Devamı

ABD Başkanı Bush’un yalan ve iftiralara dayalı gerekçelerle Irak’ın işgali gibi, Kaddafi’den seçim kampanyası için aldığı 250 milyon doların üstünü örtmek amacıyla, yakın danışmanı, Türk ve Müslüman düşmanı, Fransa’nın Lawrence’i Bernard Henry Levy’nin oluşturduğu gerekçeler ve kışkırtmalarıyla 2011’de Libya’ya saldırması, meşru Libya Hükümeti’ne karşı isyancıların başı, darbeci Hafter’e destek vermesi Fransa’nın sömürgeci geleneğinin devam ettiğinin kanıtıdır.

17 Ekim 1961’de Paris polis müdürü Maurice Papon‘un talimatıyla Fransız Polisi’ne dokunulmazlık sözü verilerek 30 bin kadar Cezayirli göstericiye saldırı düzenlenir. 200’ün üzerinde insan öldürülür. Cesetler ve yaralılar Paris’in ortasından geçen Seine nehrine atılır, bazıları metro istasyonlarında ve polis karakolunda infaz edilir. Fransa bu ayıbını ancak 1998’de (*) kısmen kabul eder.

Şu anda Fransa’da göçmen, sığınmacı ne derseniz deyin, bunların neredeyse tümü, 17. Yüzyıl’dan itibaren sömürgeleştirilmeye başlanmış ve hâlâ da sömürülmeye devam eden 20’ye yakın eski Fransız sömürgelerinin insanlarıdır. Önemli bir kısmı iki hatta üç nesildir Fransa’da doğmuş vatandaştırlar.

Yani Fransa’nın sahip olduğu zenginliği sağlamış olan sömürgelerde, zulüm görmüş, kölelik yapmış atalarının çocuklarıdır. Hiçbiri kendisini göçmen, sığınmacı veya başka bir statüde görmemektedir. Soyulmuş ülkeleri, çalınmış zenginlikleri, sömürülmüş ataları sayesinde Fransa’da oluşmuş refahtan pay almak istemekte ve bu isteklerini de bir hak olarak görmektedirler.

Haberin Devamı

Sömürgeler 1960’lı yıllarda bağımsızlıklarını kazandıklarında, Fransa’dan tam bir enkaz devir aldılar. Yalnız ekonomik zenginlikleri değil, dilleri, dinleri, kültürleri de çalınmış ve yozlaştırılmıştı. Kimi sömürgelerde, memurlar, şirketler, okulları, evleri, kamu binalarını yıkıp, tarlaları yakıp, ağaçları keserek ayrılmıştı. Fransız şirketleri sömürünün ana unsuru iken, şu anda sesini çıkarmayan Fransız Katolik kilisesi de bu sömürünün bir parçasıydı. Bu ülkeler bugün dahi yoğun sömürü altındadırlar. Sömürü Fransa’nın sahip olduğu 80 kadar nükleer santral için ihtiyaç duyulan uranyumu çıkaran Fransız şirketleri ve onları koruyan Fransız askeri işgal gücüyle ve Afrika frangı adı altında Fransa’ya bağlı bir para birimi aracılığıyla da mali açıdan devam etmektedir.

Paris’teki isyanların esas gerekçeleri yukarıda saydıklarımdır. Bu haklı isteklerine cevap ise ötekileştirilmek, itilip kakılmak, ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesi görmek olmuştur. Fransız polisinin tavır yapısı ise 1961 Paris katliamından bu yana değişmemiştir. Güçlü polis sendikası karşısında, zayıf merkezi hükümet ciddi tedbir almamakta ya da alamamaktadır. Katil polisi savunmak için sendika desteği ile başlayan bağış kampanyasıyla kısa süre de bir milyon euronun toplanmış olması, yüzde 40’lara varan ırkçı seçmen yapısı, Sarkozy, Holland ve Makron gibi devlet başkanlarının yetersizliklerini de bu duruma ekleyince Fransa’nın yaşadığı sorunun derinliğini, karmaşıklığını ve hatta çözümsüzlüğünü görürüz.

Haberin Devamı

200 bin kişinin katledilmesine seyirci kalındığı Bosna Hersek’i dahi Müslüman olduğu için AB’ye henüz almayan zihniyet bu sorunun temelini oluşturmaktadır.

Dolayısıyla meseleyi, ülkemizde bulunan Suriyeli sığınmacıların varlığıyla kıyaslamayı sağlayacak unsur veya gerekçelerin hiçbiri benzerlik göstermemektedir.

Türkiye’nin tarihi nedenlerden dolayı, hiçbir kişi, ülke veya topluluğa maddi veya insani borcu yoktur. Sığınmacıların Türkiye üzerinde herhangi bir hak sahibi olabilmeleri söz konusu olamaz. Tam tersine ömür boyu ödeyemeyecekleri maddi, manevi ve vicdani borçları vardır.

İmparatorluk topraklarında insanlar, tam bir dil, din ve kültür özgürlüğü içinde yaşadılar. Tüm Arap dünyası ve Balkanlar asırlar boyu savaş yüzü görmedi, babalar, erkek kardeşler ve çocuklar askere gitmedi, Müslüman olanlar yani Araplar vergi dahi ödemediler. Herkes, imparatorluğun bir ucundan diğer ucuna özgürce ve güven içerisinde gidebiliyordu. Yıllar önce Arnavutluk’ta yapılan bir toplantıda yaşlı başlı bir Arnavut bilim adamının, küstahça konuşma yapan Avusturyalı’ya verdiği şu cevabı hatırlıyorum; “Sizin bugün Avrupa Birliği dediğinizi bizim atalarımız Türklerle 6 asır yaşadı. Benim dedem Arnavutluk’tan Yemen’e elini kolunu sallayıp gidebiliyordu”.

Bugün ülkemizde sığınmacı olarak bulunan Suriyelilerin, Türkiye’de yaşantılarına devam etmek konusunda ne tarihi, ne siyasi, ne de uluslararası hukuk açısından hiçbir hakları yoktur. Varlıkları, kendilerine insani ve vicdani yaklaşan bir devletin ve milletin asaletinden gelmektedir. Bunu iyice bilmeleri gerekir. Suriye bayraklarıyla toplantı ve gösteriler yaparak ülkelerini sevdiklerini gösterenler o bayraklarla birlikte ülkelerine geri gidebilirler.

İngiltere, başlattığı bir uygulama ile tatillerini ülkelerine giderek geçiren sığınmacılara geri dönüş kapısını kapatmıştır. Bizim de benzer uygulamayı başlatmamızı önleyecek herhangi bir engel yoktur.

(*) Katliamın, 1999’da tarihçi Jean-Luc Einaudi’nin polis müdürü Papon’a karşı açtığı davayla, kasıtlı olarak yapıldığı ispatlanmıştır.

(**) Fransız sömürgecilik tarihi üzerine bir araştırma Erdoğan Uygur-Fatma Uygur.