Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Hasan Ünal - Maltepe Üniversitesi/ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

Türkiye ile İsrail arasındaki kavgalı yıllarda en tehlikeli gelişme İsrail ile Yunanistan ve Rumlar arasındaki askeri yakınlaşma oldu. İsrail ile Yunanistan arasındaki her türlü askeri ilişki bir manada Türkiye’ye karşıtlık içerir. İsrail ile başlayan yeni dönemde bu ilişkilerin sonlandırılması Türkiye’nin stratejik hedefi olmalıdır

Türkiye-İsrail tam yol ileri

Türkiye ve İsrail uzun bir kavgalı dönemden sonra geçen sene ilişkileri onarma yönünde kararlı adımlar atmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanları seviyesinde başlatılan bu yakınlaşma adımları giderek somut içerik kazanarak devam etti ve geçtiğimiz hafta iki ülke yetkilileri büyükelçi teatisi konusunda uzlaştıklarını açıkladılar. Artık Ankara ile Tel Aviv arasındaki fırtınalı dönem sona ermiş görünüyor.

Haberin Devamı

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GENEL TOPARLANMA

İkili ilişkilerde yaşanan gerginliğin sebebinin Türkiye’nin dış politikasına bir dönem musallat olan ideolojik ve duygusal yaklaşımlardan kaynaklandığını, bunun Türkiye’nin bölgede ve hatta küresel düzeyde yalnızlaşmasına sebep olduğunu, ayrıca Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin işine yaradığını ve bir an evvel bu politik çizgiden uzaklaşarak daha dengeli/dikkatli, ulusal çıkar esaslı bir dış politika anlayışına dönülmesi gerektiğini savunan birisi olarak bu normalleşmeden fevkalade memnun olduğumu söylemeliyim.

Aynı şekilde Türkiye’nin önceki yıl içinde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır ile başlattığı ve somut sonuçlar elde ederek attığı/sürdürdüğü ve şimdilerde de Suriye ile başladığı ifade edilen normalleşme adımlarının ulusal çıkarlar açısından fevkalade yerinde olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Bu noktaya gelirken Ankara’nın eski politikalarından çark etmesini geri adım olarak değerlendirenler olabilir. Bu, sonuç itibariyle doğrudur ancak buradaki geri adımlar tamamen ulusal çıkar temelli doğru adımlardır.

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNDEKİ HASSAS DENGELER

Türkiye İsrail’e yönelik politikasında genellikle ulusal çıkarlarını önceleyen bir denge kurmuştu. Buna göre, bir yandan Arap ülkelerinin kendi aralarındaki kavgalara taraf olmadan ve iktidarda hangi parti, kral veya kişinin bulunduğuna bakmadan hepsiyle iyi ilişkiler kurarken Arap-İsrail çatışmasında da Arapların meşru hak ve taleplerine siyasi/diplomatik destek verirdi. Fakat Arapların özellikle de Filistinlilerin meşru haklarına ve taleplerine destek verirken İsrail’i kati surette karşısına almadan bunu yapmayı başarırdı. Bu yüzden de ne Araplar ne de İsrail ile güven bunalımı yaşanırdı.

Haberin Devamı

Türkiye-İsrail ilişkilerinin adı konulmamış stratejik ayağı ise Tel Aviv’in Türkiye-Yunanistan sorunlarında tarafsız kalmasının sağlanmasıydı. Bu tarafsızlık aslında İsrail’in Türkiye yanlısı bir siyaset izlemesi anlamına da gelirdi; çünkü Ege ve Kıbrıs’ta süregelen gerginlikte Türkiye askeri olarak her zaman güçlü taraf olduğu için İsrail gibi bir devletin tarafsız kalması Ankara açısından kritik öneme sahipti.

Kaldı ki, 1990’larda Türkiye’ye karşı PKK kozunu oynayan ve Yunanistan ile adı konulmamış bir askeri ittifak içerisinde hareket eden Suriye’nin oluşturduğu cepheye, Türkiye, İsrail ile bir dizi gizli ve açık anlaşmalar imzalayarak karşılık vermişti. Suriye, Yunanistan ve PKK’dan oluşan bu ittifakın oluşturduğu ‘İki Buçuk Savaş Senaryosuna’ karşı İsrail ile bir araya gelerek güç birliği yapan Türkiye önce alanda PKK’ya karşı tam ve etkili bir askeri üstünlük kurmuş, sonra doğrudan Şam Yönetimi’nin üzerine gitmiş (1998 krizi ve Adana Mutabakatı); ardından da Öcalan’ın Yunanistan’ın Kenya büyükelçisinin rezidansından çıkarken yakalanmasıyla sonuçlanan olaylar zincirinde İsrail ile belirli ölçülerde işbirliği yapmıştı. Kıbrıs Rumlarının Türkiye’nin hava gücünü dengelemek amacıyla 1997 yılı başlarında Rusya’dan o zamanki en gelişmiş hava savunma sistemleri olan S-300 füzelerini almaya kalkışmaları üzerine patlak veren ve iki sene süren krizde Türk Hava Kuvvetleri ile İsrail Hava Kuvvetleri arasında sürdürülen yoğun işbirliği ve tatbikatlar Yunan/Rum tarafının gözünü korkutmuş ve parası ödenen bu sistemlerin adaya getirilmesinden vazgeçmelerini sağlamıştı.

Haberin Devamı

ESKİ GÜNLERE DÖNERKEN…

Şimdi amacımız o günlere geri dönmek olmalıdır. Türkiye ile İsrail arasındaki kavgalı yıllarda en tehlikeli gelişme İsrail ile Yunanistan ve Rumlar arasındaki ‘askeri yakınlaşma’ oldu. Aralarında ekonomik ve ticari ilişkiler kurmalarının fazlaca bir önemi olmayabilir; ancak askeri ilişkiler doğrudan Türkiye’yi hedef alır. Neticede unutmamak gerekir ki, Anadolu’da yaygın olarak söylendiği gibi ‘ayının kırk türküsü varmış ve kırkı da armut üzerineymiş’ sözünde ima edildiği gibi Yunanistan’ın bütün şarkıları/türküleri Türkiye düşmanlığı üzerinedir ve İsrail ile Yunanistan arasındaki her türlü askeri ilişki bir manada Türkiye’ye karşıtlık içerir. Geçmiş yıllarda maalesef bu alanda başlayan ve bizim yanlış politikalarımızdaki ısrarımız üzerine derinleşen ilişkiler önce Mısır, sonra da Suudi Arabistan ve BAE’ni de içine alarak tehlikeli bir boyuta taşınmıştı. Şimdi İsrail ile başlayan yeni dönemde geçmişin bazı tortuları ve sancıları bir süre devam etse de belirli bir süre içinde bu ilişkilerin sonlandırılması Türkiye’nin stratejik hedefi olmalıdır.

Buna karşılık Türkiye de Filistin konusunda İsrail’i rahatsız eden/edecek tavır ve politikalarında köklü değişikliklere gitmelidir. Bu konuda Türk yetkililerin son Gazze krizlerinde dikkatli bir dil kullanmaya özen göstermeleri ve İsrail ile ilişkilere verdikleri önemi sürekli vurgulamaları takdire şayandır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Filistin Meselesi ve Türkiye’nin Filistinlilerin haklarına ve meşru taleplerine vereceği desteğin ulusal çıkar esaslı bir politika mı yoksa Filistin Yönetimi ile Arap devletlerinin üzerinde mutabık kaldıkları bir çözüme Türkiye’nin siyasi ve diplomatik destek vermesi hatta, bazen kolaylaştırıcı rol üstlenmesi ile mi sınırlı olmalıdır sorusuna verilecek cevapta yatmaktadır.

Açıkça söylemek gerekirse Türkiye’nin bir Filistin politikası olmamalıdır. Filistin Yönetimi ile başta Mısır, Körfez Ülkeleri ve Ürdün’ün belirleyeceği bir politikaya Türkiye siyasi ve diplomatik destek vermeli ve bunu yaparken de İsrail ile irtibatı katiyen kaybetmemeli ve İsrail’i yok edinceye kadar savaşa/mücadeleye devam etmekten yana olan Gazze’deki gruplar ile hemen hemen hiçbir resmi teması olmamalıdır. Sonuçta onlarla temaslar vs. genellikle Mısır istihbaratı tarafından yapılıyor ve Kahire yönetimi kriz zamanlarında Tel Aviv ile düzenli irtibat halinde çabalarını sürdürüyor. Bunların içine bizim dahil olmamızın ulusal çıkarlar açısından kazandıracağı hiçbir şey olmadığı gibi, kaybettireceği pek çok şey olabilir. Ayrıca bu tür girişimler Filistin Yönetimi tarafından tasvip edilmeyeceği için onlar arasındaki bölünmeleri derinleştirir ve hem İsrail hem de başta Mısır olmak üzere Arap devletleriyle ilişkilerimiz üzerinde olumsuz tesirler yapabilir.

FIRSATLAR

Tel Aviv ile bu yeni dönemde ilişkilerimize ivme kazandıracak bir başka gelişme ise İsrail doğal gazının Türkiye üzerinden bir an evvel Avrupa pazarına ulaştırılmasıdır. Bu açıdan sular tabi mecrasına akmaya başlamıştır. Yunanistan ve Rumların hayal dünyalarında geliştirdikleri Doğu Akdeniz (East-Med) boru hattı projesi Türkiye’nin dış politikasına biraz çeki düzen vermesiyle birlikte çöktü. Şimdilerde İsrail doğal gazının Türkiye üzerinden piyasalara arzı ön planda. Hatta elimizi hızlı tutarak Kahire ile ilişkilerimizde yaşanan pürüzleri de gidermek suretiyle belki Mısır gazının da bu hatta bağlanmasını sağlayacak teknik projeleri düşünmekte fayda var.

Doğal gaz boru hattı her halükâ rda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinden geçmek durumunda. Bu da bize Kıbrıs sorununun iki devlet temelinde çözümüne ilişkin kolaylıklar sağlayabilir. Bunları dikkatli ve dengeli bir biçimde tasarlamak gerekiyor. Ayrıca Azerbaycan ve İsrail arasında yıllardır süregelen dostane ilişkilerin varlığı da Ankara-Tel Aviv münasebetlerine ivme kazandıracaktır. İkili ilişkilerdeki tansiyonun düşmesinin Türk-Amerikan ilişkilerinde kısa vadede olmasa bile orta vadede bir miktar olumlu sonuçlar vermesi de mümkündür. Vaktiyle Amerika’daki İsrail lobisinin etkisini Rum ve Ermeni lobilerine karşı mahirane bir biçimde kullanmayı başarmıştık. Şimdi de yapabiliriz; ama Vaşington’daki özellikle de Kongre’deki Türkiye karşıtı havanın bir anda dağılmasını beklemenin fazlaca iyimser bir yaklaşım olabileceğini de düşünmek gerekir.

Bir devlet ile ilişkilerimizi normalleştirmek demek o devlet ile her konuda aynı görüşte olmak anlamına gelmez ve bu husus Türkiye-İsrail ilişkilerinde de böyle olacaktır. Örneğin İsrail’in İran karşıtı politikalarına bizim destek vermemiz söz konusu değildir ve bunu İsrail biliyor olmalıdır. Öte yandan İran’ın İsrail politikalarına da destek veremeyiz; ama her iki devlet ile de iyi ilişkiler içinde olmak çıkarlarımıza uygundur. Bu konular nüanslara dayalı dış politika anlayışı ve belirlenecek politikaları sıkı bir ince ayara tabi tutacak diplomasi ile sağlanır. Aynı incelikler İsrail açısından da geçerlidir. ABD ve Batı’nın üstünlüğüne dayanan tek kutuplu dünya düzeninin hızla sona ererek çok kutupluluğun hâ kim hale geldiği ve Amerika’nın Orta Doğu’ya eskisi kadar ağırlık veremeyeceği bir dünya düzeninde Tel Aviv Ankara ile kuracağı iyi ve dostane ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu/olacağını muhakkak bilir. Kısacası Ankara ile Tel Aviv arasındaki yeni başlangıç pek çok fırsatı beraberinde getirecek ve muhtemel sorun alanlarını da yönetilebilir kılacaktır.

Türkiye-İsrail tam yol ileri

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 9 Mart’ta Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir araya gelmişti.

Prof. Dr. Hasan Ünal

İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu (1981) olan Prof. Dr. Hasan Ünal doktorasını İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nde yapmıştır (1986-1993). Türkiye’ye dönüşünde Ankara Bilkent Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde göreve başlayan Ünal burada Ankara Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne geçtiği 2008 yılına kadar çalışmıştır. Gazi ve daha sonra da Atılım Üniversitesi’nde toplamda on yıl çalışan Ünal 2018 yılında İstanbul Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne geçmiş olup halen söz konusu üniversitede çalışmalarını sürdürmektedir.
Akıcı bir İngilizceye sahip olan Prof. Dr. Hasan Ünal ayrıca akademik çalışmalarını yürütecek düzeyde Fransızca ve Yunanca bilmektedir.