Yirmili yaşlar son izleriyle birlikte gitti. Artık "girmeli", "doldurmalı" bütün hesaplara göre, tartışmasız bir biçimde otuz olundu. "Otuz" eskiden kulağı ne biçim doldurur, "koca kadınlara" ait bir şey olarak konuşulurdu. Ağız ise daha girer girmez yeni yaşa, eskiden sadece "koca kadınlara" ait olan "Kendimi otuz gibi hissetmiyorum" cümlesini, o ihtiyarlık korkusuyla çevrili cümleyi söyleyiverdi, kendinden utanıverdi. Şimdi soranlara otuz mu diyeceğiz yani? "Koca kadın" olduk öyle mi?
Koca kadın olunca bir şeyler yapmak gerekecek herhalde. Uzak kalınarak çocuk kalınmış birtakım bilgileri öğrenmek gerekecek. Niyeyse reçel yapmayı öğrenmek gerekiyor sanki. Kadınların o zamanı aşan, aktarılan bilgilerinin alanına girmek gerekecek, erkeklerin becerikli bir biçimde dışında tutulduğu o mahrem ve geniş zamanlı bölgeye: "Koca kadınların" alanı! Artık "annelerin, anneannelerin" zaman dilimine girildiği için o gizli, yıllanmış bilgiler edinilecek. Turşuları, reçelleri, yazlıkları kaldırmak; kışlıkları indirmek, ev hediyesi almak, önemli günleri akılda tutmak, adak adamak veya Halil İbrahim Sofrası kurmak gibi bazı "koca kadınsal" bilgiler öğrenilecek. Doğumda ne yapılır, ölümde ne yapılır, bunlar öğrenilecek sanki. Lokma dökmek, altın almak gibi şeylerin bölgesi burası. Şimdiye kadar yirmili yaşların sokaklarda sürdürülen hayatının içine sabun kokulu kadınlık bilgileri sızacak. Sabretmenin ve yetinmenin bilgileri edinilecek. Sanki bunlar öğrenilmedikçe "koca kadınlar bölgesine" girilmeyecek, hep dışarıda yarı oğlan çocuğu gibi kalınacak. Otuz herhalde böyle bir dönüm noktası olacak. Otuz herhalde böyle bir dönüm noktasıdır.
Kırışıklıklar falan herhalde sonra gelecek ama kırışıklardan önce insanın kendi bedenini hissedişi değişecek. Etin sonlu bir şey olduğuna ilişkin tuhaf bir his gelecek herhalde içe. Gövdeyi hoyrat kullanmak bitecek, eti savurmak son bulacak. Bu yüzden herhalde yirmili yaşların yürüyüşüyle otuzlu yaşlar arasında bir fark olacak. Kadınlar yirmili yaşlarında bedenlerini göstermek, gösterirken gören gözlerde kendini görmek için daha bir gergin yürürler sokaklarda. Otuzlara gelindiğinde ise insan neredeye bütün hallerini, kendini görenlerin bütün hallerini gördüğü için vazgeçiyor aynalarla dolaşmaktan. Kadınlar çünkü, etraflarında milyonlarca aynayla dolaşırlar. Kadınlar hep kendilerine bakmaktadırlar. Otuza gelince işte, aynaları kaldırıp kendi gözlerinle kendine bakmaya başlıyor insan. Bir gövde olarak kabul ediyor kendini, gövdelerden biri. Tuhaf bir rahatlama bu, tuhaf bir kendine gelme hali, bir gövde tecrübesi. Pekiyi!
Kadınların bilhassa kendi kalplerini sıkıştıran soruları ile geçiyor yirmiler. "Öyle miyim? Yoksa böyle miyim?" gibi bir anaforun içinde yitip gidiyor enerjiler. Nihayet herhalde tartışmasız bir otuza gelindiğinde "Ben de böyleyim!" gibi bir cümle kuruluyor insanın ta içinde. Meydan okumayan, "Yerse!" demeyen, "Kesinlikle böyleyim, ölsem değişmem" diye diretmeyen, kendi halinde bir "Ben de böyleyim" cümlesi bu. Sesi, sakin sular gibi akan. Galiba değişmiyor, gelişmiyor, iyileşmiyor da kendine alışıyor insan. Otuz yıl alıyor demek ki kendinle boğuşup, kendinle yenişip, sakinleşip, öfkeni atıp artık oturacağın köşeni bulman...
Eğer hakikaten kendin gibi, insan gibi, sınırsız, deneyerek, burnunu sürterek, düşüp kalkarak yaşadıysan, otuz herhalde birçok şeyde sınanmış olduğun bir yaş oluyor. Bir kere işten atılmış, bir kere parasız kalmış, bir kere dünyanın kaç bucak olduğunu görmüş, bir kere kendini tam "sıfır" olarak bulmuş, sonra da kimseye yaslanmadan ayağa kalkmış, malum kurumların tezgahından geçmiş, nice kazıklar yemiş, başka ülkeler görmüş, çok fena aşık olmuş, çok fena sarhoş olmuş, çok fena rezil olmuş, uçaklara binip kaçmış, dönmüş, kendinin o kadar iyi veya kötü olmadığını anlamış, sonra çok para, çok başarı ile de sınav edilmiş olarak vardığında otuzuna... Hakikaten artık demek ki tartışmasız otuz yaşında bir kadınsın sen. Bitmiş yirmiler, gözün aydın, hayatın geri kalanını zaten artık üç aşağı beş yukarı biliyorsun. Otuzsun, artık düz yola girdin.
Tuhaf bir şey aslında, kendisiyle kavgası bittiğinde başlıyor insan yaşamaya. Otuz başlangıçmış esasında. Bir de derler ya, "Kadın kırkında kadındır" diye, insan onu merak ediyor bu sefer de... n