"Onun biyografisi (kuşkusuz meraklıları için) psikanaliz kuramının savlarının sınandığı, insanların kendilerini açıkla(ma)mak için ne denli kurnazlıklara başvurduklarını, ama bir şeyleri ele vermek için de nasıl yanıp tutuştuklarını, hatta kıvrandıklarını sergileyen, zengin malzemelerle dolu bir 'Freud Vakası' olarak da okunabilir."
Serol Teber'in yazdığı "Bilimsel Bir Peri Masalı- Freud'un aile ve tarihsel romanı" kitabından bir alıntı bu. Kitap, Okyanus Yayınları'ndan çıktı.
Teber, Freud gibi ağır "vakayı" ele alıyor kitapta. Öyle ağır vaka ki, daha çok gençken, sonra hayatımı yazmaya kalkarlar deyip bütün "kilit belgeleri" yok etmiş veya yamultmuş. Doğum tarihi bile şüpheli yani, o derece. Öyle bir doğum tarihi karmaşası ki Freud gayri meşru bir çocuk olarak da doğmuş olabilir yani. Söz konusu psikanalizin babası Freud olunca bu gayrı meşruluk durumu devasa bir mevzu oluyor tabii. Doğum tarihi muammasıyla başlayan, evdeki karmaşık ensest, aşk ve nefret ilişkileriyle dallanan, daha sonra Freud'un bastırılmış biseksüel eğilimleriyle budaklanan bir hikâye bu. Çok hastalıklı bir adamın hikayesi velhasıl anlatılan.
Kitabı okurken düşünüyor insan: Çok hastalıklı bir adamın kendi kendiyle cebelleşmesi sırasında oluşan bir şey belki de psikanaliz. Yani belki de baştan hastalıklı bir şey. Yani belki de psikanalizin kendisi insanı hasta eden bir şey. Nice yiğitleri devirdiğine, gül gibi genç kızları soldurduğuna göre...
Deneyen var mıdır bilmiyorum: Üç-beş yıl sürer bu psikanaliz hikâyesi. Siz, beyninizin kanalizasyonları patlayıncaya kadar anlatırsınız. Anlat baba anlat... Anlattıkça düşersiniz, düştükçe fenalaşır anlattıklarınız. Bir süre sonra kafanızdaki bir şeyi mi anlatıyorsunuz yoksa uydurmaya mı başladınız onu da şaşırırsınız. İnsanın kendi içinden daha derin bir kuyu var mı? Çok fena kafa üstü, içinize yapışırsınız. İyi midir kötü müdür, daha da çözülebilmiş bir konu değildir.
Biz, daha ziyade otobüs ve dolmuş sıralarında beklerken hayatımızın en mahrem meselesini yanımızda duran insana anlatabilen bir toplumun üyeleri olarak bu son derece "Alman" anlatma haline oldukça yabancı sayılırız. Bu yabancılıkla tam ters orantılı bir literatüre hâkimiyeti iddiası da vardır fakat, onu da unutmamak lazım. Misal canı sıkılan herkes "depresyonda" olduğunu söyler, gazetelerde son derece gıcır gıcır kadınlar "depresyonunu" anlatır.
Oysa insanın içi, gazetelerde bahis konusu edilemeyecek kadar karanlıktır. İnsan kendi çekirdeğine varana kadar kaç ejderha öldürür? İçinde karşılaştığın yüzlerinden hangisi iyidir, hangisi kötüdür? Belki de senin kötü zannettiğin yüzlerin şefkatle affedilmeyi beklemektedir.
Bunlar, bütün sözcükleri kuran bilgiler, bugüne kendi içine, etini yara yara giren bir adamdan Freud'dan yadigâr! Merhum iyi bir adam mıydı, manyağın teki miydi, dünya yıkılana kadar verilemeyecek nihai karar!