"Abdürrahim Albayrak olayı", bu "şirin" ve "naif" yöneticinin kişisel çapını, Galatasaray takımını, yönetimini, hatta Galatasaraylılar’ı çoktan aşan ve "iki yüzlülüğü bir yaşam şekli haline getirenleri" bir tokat gibi çarpan, son yılların en önemli sosyo / sportif vakalarından biridir artık.
Abdürrahim Albayrak’ın başarılı olup olmadığı, yeni yönetimin teklifini kabul edip etmeyeceği ayrı bir konu. Popülaritesinin etnik ve ekonomik boyutlarını, yirmi yıldır bu göreve hazırlanan Canaydın yönetiminde aynı işi yapabilecek birinin neden bulunamadığını, falan tartışacak değilim.
Albayrak vakasındaki bireysel ve toplumsal duruşumuz, benim dikkati çekmek istediğim... Dönekliğimiz... Küçükken vurup, büyüdüğünde hazırolda durmamız.
Zaten Albayrak’la ilgili düşüncelerimi, onunla ilk röportajı yapan kişi olarak, aylar önce dile getirmiştim.
Magazinel bir kişilikti Albayrak. Ama, Galatasaray yönetiminde değil de, başka bir piyasada vitrine gelseydi, iyi niyeti ve samimiyeti yüzünden iki televolelik nefesi olurdu, o kadar...
Ne zaman ki, Abdürrahim Albayrak’ın pozitif sinyallerine, önce futbol takımındaki sporculardan, sonra teknik adamlardan aynı frekansta yanıtlar gelmeye başladı... Yükselen başları ezip, sivrilikleri törpüleme "misyonerleri", alet takımlarını kapıp saldırıya geçtiler:
Kimine göre, bir "tribün palyaçosuydu" Albayrak... Islık çalıp takla attırılacak, eğlencelik bir malzeme, o "kutsal" kulübün "ilahi" ambiansına yakışmayan, ağzından çıkan anlaşılamayan, duygularını dizginleyemeyen bir "tuhaf" adam... Onu, Galatasaray’daki çöküşün "öncü sarsıntısı" olarak görenler bile vardı.
Çok acımasız, ölçüsüz şeyler söylendi ve yazıldı ama, bu bile futbol şovunun kendi mantığı içindeki "tatsız kurallara" uyardı...
Abdürrahim Albayrak, kulaklarını tıkadı. O en sevdiği insanların en yakınında, en sevdiği işi yapıyordu; en halisane duygularıyla.
Yaparken de, farkında olmadan tüm futbolseverlerin bam telini tıklatmıştı.
Apolitik tercihlerin yönlendirmesiyle tribünleri mekan seçen milyonların, görmek bile istemediği politikacı silüetlerini anımsatan yöneticilerden sonra, şeref tribününde artık kendileri gibi biri vardı.
Gittikçe rahatsız edici oluyordu Albayrak ..
"Popülarite rekabeti", tek amaçları popülarite olan insanlar için katlanılacak bir şey değildi!.. Yeni yönetim de, Abdürrahim Albayrak’ın hakkını teslim etmek zorunda kalınca, "Antialbayrakçılar" zoraki olarak "selin önüne katıldı".
"O artık futbol tarihimizin en büyük yöneticilerinden biri" idi.
Allahı var, Abdürrahim Albayrak aynı adam... Eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar parabolik eğriler çizenlerin "adamlığı" ise şüphelidir.
Bir tespit vardır; "ilk karşılaştığınız insanda önce farklar göze batar, benzerlikler sonra gelir" diye... Belki ısındılar, belki onun gibi olmak istiyorlar...
Eskiden mi haklıydılar, şimdi mi doğru yolu buldular; beni hiç ilgilendirmiyor.
Bu eyyam, populizm, rüzgar güllüğü, içimi ezen.
Tamam... Milli Takımımız hazırlık maçlarında futbolun farklı renklerini ve medeniyetlerini yaşayarak öğreniyor kuşkusuz.
Dünya Kupasında sahaya çıkacak futbolcularımızın seçimi için de, hazırlık maçları çok önemli olabilir.
48 yıl sonra ele geçen fırsat için, her türlü hazırlığa şapka çıkarmamız gerekir.
Ama, Türk futbolseverinin, bozulan morali de önemlidir.
Neydi Güney Kore maçında yaşadıklarımız?.. Ağır çekim gibi kaldık sahada. 75 dakika tek pozisyon yok. Orta saha, Kore Savaşı’nda sarılmış Türk birliği gibi. Her ceza alanında 8 - 10 Koreli...
Presi görünce, olgun üzümlere döndü bizimkiler...
Ekvador maçında benzerini yaşamıştık, salı günü yeniden... Artık fazla geldi.
Milli takım Dünya Kupası’na mı hazırlanıyor, bizler yenilgi ve yetersiz futbola mı, anlayamadık?
Kafam çatlayacak!.. Federasyon, bu kadar spekülasyona açık bir konuyu, bu kadar acemice ve aceleyle neden gündeme kondurdu acaba.
Yoksa can havli ile bir refleks mi?
Bakıyorum, Beşiktaşlı bile memnun değil yeni yıldızından... Ne demekmiş o, "yıldızı tak ama şampiyonluk sayın 9’dur" fetvası...
Boş kaşıkla çocuk mu doyuruyorsunuz, kavgaya zemin mi hazırlıyorsunuz?
Bir karar verirken neden önünü, sonunu düşünmüyorsunuz?..
Galatasaray ve Fenerbahçe, eski defterleri karıştırmaya başladı bile. Haklılar da. Madem federasyon ayları kırpıp yıldız yapıyor, bu furyadan onlar da yararlanmalı.
Çık çıkabilirsen işin içinden.
Neden bu adımı attı Haluk Ulusoy Federasyonu?
Geçen hafta Serdar Bilgili ile Mehmet Cansun’u konuk eden bir spor programına telefonla bağlanan Haluk Ulusoy’un, seçimlerde onları desteklediğini belli etmesinin bir uzantısı mı bu girişim?
"Cansun gitti, bari Bilgili’yi kaybetmeyelim, onu yıldızla destekleyelim" mi demek istedi Ulusoy.
Her neyse... Mehmet Cansun, Federasyon desteğinin "parsasını" topladı!.. Allah Serdar Bilgili’yi korusun.
Beşiktaş’ta seçimi kim kazanacak, bilinmiyor.
Bilinen; şu günlerde "hata yapanın" kaybedeceği.
Hasan Arat, demokrasinin tüm kurallarını işleterek rakibini silkeliyor.
Serdar Bilgili, şampiyonluk olasılığına ve takıma güveniyor.
Arat’ın genel kurula "ulusal genel seçim havası" kazandırma çabalarına Bilgili, isim sahibi Beşiktaşlılarla göğüs geriyor.
Rakibin avantajını yok etmek yerine, kendi artılarını gözönüne çıkarmaya yönelik "ince" ve "çok hassas" bir yarış bu.
Süleyman Seba ise, İstanbul’a kilometrelerce mesafede olsa da, başkanlık seçiminin merkezindeki otorite.
Geçenlerde yapılan Mali Kongre’de gördük Seba’nın gücünü... Kulübe milyonlarca dolarlık katkıda bulunan Nevzat Demir, Seba’nın eski faaliyet raporlarına minik bir gönderme yapınca, "kitabı mukaddes"e saygısızlıktan beter edilmiş, tepkilere istifa ile yanıt vermiş ve kaos zorlukla dindirilmişti. Beşiktaşlılar için Süleyman Seba’nın sadece faaliyetleri değil, raporu bile önemliydi hâlâ.
Kısaca, şu günlerde Beşiktaş’tan sıkı bir fırtına bekleniyor. Yeni dönemin imzası üzerindeki tozları üfürüp, seçimden önce sonucu belli edecek bir fırtına...
Rüzgara da razıyız... Ya da hafif bir meltem...
Hiç olmazsa elini salla, sayın Seba...
Fenerbahçe teknik direktörü Lorant, "Ne basının talimatı ile, ne başkaları istedi diye sistemimi değiştirmem" demiş.
Basını bilmem ama, o "başkaları" dediği isterse, ne taktik kalır ne Lorant.
Bu da bizim sistem.
Galatasaray başkanı Özhan Canaydın, "Ben yapamayacağım şeyi söylemem" diyor.
Ve ekliyor:
"Yedi yılda üç Avrupa Kupası, 10 yılda 7 şampiyonluk kazanmalıyız"...
Durum buysa, "abartacak" ne kaldı ki...
On yılda, bir iki Avrupa Kupası ile birkaç şampiyonluk da "başkaları" alsın bari...
Futbol federasyonu ligin bitmesine 6,5 hafta kala, hakemler hakkında konuşmayı yasakladı.
Federasyon kurulu ve başkanı için konuşmak zaten yasaktı...
Geriye gözlemciler ile federasyon büro memurları kaldı.
Göreceksiniz, adalet sağlanmadıkça, bu yasaklar zeka oyunları ve söz sanatlarımızı geliştirmekten başka bir şeye yaramayacak.