Allah daha çok versin ama, hayatında "Yayan yürümemiş, yavan yememiş" bir takım "ipek çamaşırlı" beylerin en büyük derdi, "bizim taraftar seninkinden kalabalık" hesaplaşması.
Bu fantezilerin sahipleri, göz önünde kişiler olduklarından, en büyük milli meselemizin taraftar sayısı olduğunu sanıyor bazı iyi niyetli arkadaşlar.
Hatta çözümler üretiyorlar:
Nüfus sayımlarına neden "hangi takımı tutuyorsunuz" sorusu eklenmezmiş!..
Yahu bu yazılar, bu programlar Anadolu’dan da varoşlardan da okunup seyrediliyor. Kime ne taraftarın çokluğundan. Bu iş, taraftar için kulüple kendi arasında bir gönül meselesi. Nicelik hesapları yapanlar ise hükmettikleri camianın genişliği ile keyiflenen tuzu kurular.
Sizin nüfus sayımlarına soru ekleme fırsatınız varsa; "Kaç aydır işsizsin, en son ne zaman et yedin, Türkiye’den kaçmak istiyor musun, intihar etmeyi düşünüyor musun" gibi yaşamsal meraklar edinin.
Bir avuç yöneticinin, aperatiflerini alırken atıştırdıkları mezeye takviye yapmanın alemi mi var?
Gelelim Konsensus Araştırma Şirketi’nin 137 anketör ile 2004 denek üzerinde yaptırdığı "büyük" araştırmanın sonuçlarına.
Üç çeşit yalan var derler; beyaz yalanlar, kara yalanlar ve istatistikler.
Doğal olarak ben de inanmadım ve onlar gibi raslantısal seçimlerle kendi anketimi kendim yaptım.
Moda’da bir cadde. Caddeden beşinci sola saptım, sağdaki beşinci evin beşinci katına çıktım. İçeride beş kişi oturuyordu. Biraz yaşlı oldukları için doğum günlerini sormadım ve benim istatistikten "Bafraspor" Türkiye’nin yüzde 98 taratarına sahip en büyük kulübü olarak çıktı. Aslında yüzde yüz; o yüzde iki de yanılma payı...
Denekler bana bir de plaket verdiler, çok duygulandım:
"Bafralılar Derneği, Türk Sporu’na katkılarınızdan dolayı teşekkür eder."
Siz nasıl karşıladınız bilemem ama, bence Sayın Özhan Canaydın’ın Köln’deki Türk vatandaşlarından 100 Euro ricası, "bunu bizden esirgemeyin" lafları, "dilenmek için yola çıkmış insan değiliz" ikazı, tüylerini ürpertiyor insanın.
Bu vahim bir hatadır!..
Tamam "sevgi" paraya çevrilebilir, "sevenler", "sevdiklerine" yardım edebilir. Ama bunun da yolları vardır.
Koskoca Galatasaray camiası, hiç yoksa Avrupalı Türkler’in kendi girişimleri gibi gösteremez miydi, bu para toplama hadisesini.
Ya da karşılığında bir rozet, bir resim veremez miydi?..
Nedir Galatasaray?.. Şampiyon bir klüp mü, depremzede mi?
UEFA ve Süper Kupa’yı aldılar; bu durumdalar. Bir de Şampiyon Klüpler Kupası’nı kazanırlarsa Canaydın’ın planlarındaki gibi... O zaman ne yapacaklar... Diye sormaz mı insanlar?
Bu olay, diğer takımlara da ders olsun. Hedeflerini Türkiye’ye göre kursunlar. Baksanıza Avrupa’da başarılı olan, Avrupa’ya muhtaç oluyor.
Muhtaç olmak da önemli değil; "vahim" hatalar yapıyor.
Hani "gitmesin" falan demiştiniz. Gidişini içinize sindirememiştiniz.
İşte sevdiğiniz adam... Galatasaray’ı mahvetmeye çalışıyor.
Lucescu’nun "ne mal olduğu"nu anladınız mı şimdi?..
E pes yani!..
Taraftarlığı da anlarım, fanatikliği de... Ama bu kadarı haksızlık değil mi?
Ne yapıyor adam?..
"Galatasaray’a zarar vereceğini bile bile, Beşiktaş’ın çıkarına transfer girişimlerinde bulunuyor utanmadan"!..
İnsaf yahu... Bu cümlelerde bir tek şey doğru:
Lucescu’nun "ne mal olduğu" ortaya çıktı...
Daha doğrusu, "kumaşının kaliteli olduğu" yine kanıtlandı:
Ekmeğini yediği klübün başarılı olması için kurallar içinde elinden geleni yapan başarılı bir teknik direktör o...
Rakibinizi mutlu etmek için mukavele imzaladıysa, sizi üzmesinden doğal ne olabilir. Karşınızda olmasını istemiyorsanız, yanınızda alıkoysaydınız...
Bu yıl transferleri klüpler parantezinde toparlamak imkansız.
Birkaç istisna ve ciddiyeti tartışmalı yeni isimler dışında, piyasada adı geçen "tanıdık" yıldızlara, "çoklu talepler" söz konusu... Her birinin peşinde en az iki klüp; ya da klüpler birbirlerinin yolunu kesiyorlar.
O yüzden transferleri klüp başlığında kategorize etmek yerine, futbolcuların adıyla şifrelendirmek daha kolay:
Mondragon, Sergen, Nouma, Nihat, İstanbulsporlu Murat dosyaları...
Mesela, "Beşiktaş Mondragon’u istiyor" şeklinde değil, Mondragon, Beşiktaş’a veya Galatasaray’a gidebilir. Belki de Fransa’da oynar" gibi...
Belirsizlik ve yarış doğal olarak sinirleri geriyor, fiyatları artıyor.
Bir başka açıdan transfer işleri artık yöneticilerin şahsi meselesi haline geliyor. Lig bitti, maç transferde... Seri ve görünmez çalımlarla, sağa sola kim yatıracak rakiplerini?.. "Oyun" bu...
Bilmiyorlar ki, "aslında en kolay oyuna gelinen an, karşınızdakini oyuna getirmeye çalıştığınız andır"... Ve "oyun"un makbulü sahada olandır.
"Ne kadar sallarsan salla", her oyunun bir kuralı vardır. Sonunda tüm ırmakların denize aktığı gibi, herşey "doğal" ve "makul" şeklini alacaktır.
Belki de pişman olacak yöneticiler...
Nereden aklıma geldi!...
Hani, iki insan, bir deve vardı öyküde... Devenin üzerindeki "ye şu hayvan dışkısını, deve senin olsun" diyordu... Öbürü, yiyip deveye binince, aynı şeyi o da teklif ediyor ve diğeri de yiyordu. Böylece, varacakları şehre, deve dışkısı yiyip, değişe değişe geldiklerinde, aynen yola çıktıkları düzene göre; biri devede biri yayan... İkisi de birbirine soruyordu:
"Peki biz bu kadar b... niye yedik"...
Nereden aklıma geldi... Ne alakası var şimdi.
Çözemedik Şenol Güneş’i... Zaten o da "kafamdakileri kamuoyu ile paylaşmak zorunda değilim" dedi Tayfun’u kadro dışı bıraktıktan sonra. Oysa Tayfun İspanya’da iki yıldır başarıyla top koşturan bir futbolcuydu ve Milli Takım "top oynamadan" mutlu olan sporcularla doluydu. Kimse anlayamadı Tayfun’un "kesilme" nedenini. Doğal olarak dedikodular başladı. Bir rivayete göre Tayfun, "Ahbap çavuş" ilişkileri dışında kalmıştı. Arkasında "üçbüyükler" desteği yoktu. Tercih duygusaldı...
Her neyse, Tayfun ağladı, Milli Takım "hıçkırdı". Şenol Hoca, "içimizdeki Çinlilere, Brezilyalılara, Kosta Rikalılara" koz verdi. Tayfun’un ardından ufak çaplı bir "fırtına" bekleniyor şimdi...
Hiç üşenmiyor bu Japonlar... Dünya Kupası’na katılan tüm takımların verilerini bilgisayara yükleyip yapay zekalara tahminler yaptırmışlar. Elektriğe emeğe yazık...
Dünya Kupası’nı biz düzenlesek, her sezon başı kimin şampiyon olacağını "kadrolu cinleri"nden öğrendiğimiz Medyum Memiş’e sorarız, o bize söyler. Daha bir sezon bile tutturduğunu görmedim ama, Medyum Memiş ne yapsın; yöneticisi, hakemi, federasyonu... Bizde herkes "cin" gibi...
Neyse... Japonlar’ın "hard disc"ine göre Türkiye yarı finaldeymiş. Milli Takımımız, Brezilya ile 1 - 1 berabere kaldıktan sonra Kosta Rika ve Çin’i farklı yenerek gruptan çıkacakmış, Japonya ile yapacağı maçı da kazanıp yarı final oynayacakmış.
Monitörünü sevdiğimin bilgisayarı, daha bizim köşe yazarlarımızın hızına yetişemedi. Bize göre, Kore vizesini aldığımız gün finale çıkmıştık bile...
Yoksa bu Japonlar, yine mi "tezgaha getiriyorlar" bizi nedir?.. Malum eciş bücüş bir Japon hatun gelmiş ve "evleneceğim" deyip cümle delikanlılarımızı tek sıra etmişti bir süre önce... Bu sefer de "hadi yarı finale çıktık geri dönelim" falan mı diyeceğiz sandılar, acaba?
Japonlar’ın bu bilgisayar müjdesi de olmasa Hong Kong’dan tüm haberler "havadan sudanödı... "Hava nemli, futbolcular su kaybetti"... İstanbul’dan konuşmak kolay tabi. Gerçekten de berbat bir şey o nem. Ben de aynı paralelde, yine okyanus kıyısı Belize denen Orta Amerika ülkesinde bulunmuştum bir vesile ile de, insanın nefes almak için nasıl "akvaryum balığı gibi" hava yutmaya uğraştığına tanık olmuştum bizzat...
Milli futbolcular Antalya’da sıcağa, Hong Kong’da rutubete alıştılar. Kore’de mücadelenin, Japonya’da gerilimin doruklarını yaşayacaklar. Sonunda yarısı Avrupa’ya yarısı Türkiye’ye... Avrupa’ya gidecek olanları bilemem ama, bizim ligde top koşturacaklara şimdiden "serinlik" garantisi verebilirim. Temiz pak statlar, düzenli tribünler, saygılı izleyicilerden sonra lig maçlarında "ilk küfürü" işitince buz gibi olurlar.