Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Cep telefonum çaldığında, Başkent Ekspresi Bozüyük istasyonunu geride bırakıyordu:
"Abi haberi okudun mu"?..
Kulağımda, genç neslin zıpkın gazetecilerinden Murat Ağca; Ali Hoşfikirer’in "tarikatçı olmayana iş yok" açıklamasını kastediyordu.
Okumaz mıyım? Türkiye’de Salı gününün gündemini benden iyi bilen çok az kişi olabilirdi. Çünkü en sevdiğim, güvendiğim ve rahat ettiğim ulaşım aracı trendeydim. Hemen hemen tüm gazeteleri, çay ve sigara lüksüyle, ilanlarına kadar hatmetmiştim.
Bozkır monotonlaşınca sayfalara, sayfalardaki haberler içimi karartınca buğday tarlalarına dönüyordum.
Haberler arasında en iç karartıcısı da, Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği TÜFAD Adana Şubesi Başkanı Ali Hoşfikirer’in isyanıydı:

"Partizan olmayan, tarikata ve cemaate girmeyen antrenörlerin iş bulması çok zor" diyor ve olayın sınırlarını genişletiyordu:
"Hakan Şükür tarikatçıların başında geliyor"...
"Tam senlik haber" derken Murat Ağca, raylar telefonumu kapsama alanı dışına taşıdı.
"Bip...Bip..."
Ali Hoşfikirer’in bir sürü riski göze alarak yaptığı bu uyarı da, benim telefonla aynı kaderi paylaşacaktı büyük bir ihtimalle.
Ama sesini duyuramasa da, duymamazlığa gelinse de, "sorun"u çivi gibi çakmıştı takvimin 16 Temmuz 2002’sine...
Deli mi ne?..
Kim uğraşır şimdi senin "mürteci"inle"...
Artık yaşam, "kazanmak" veya "kaybetmek" üzerine... Hatta kaybederken bile kazanabilmek.
Ülke, gelecek, Cumhuriyet... Geç bunları; geç...
Kaç paran var, reytingin ne kadar, içli dışlı olduğun önemli adamlar?.. Önce bunları söylemeliydi Ali Hoşfikirer.
Barajı geçiyorsa dinleyebilirdik!..
Bilecik’e geldik... Aklımda "ürperten saptamalar":
"Türkiye’de takımlar, belediye başkanlarına emanetti. Belediye başkanları da partilerine, etnik kökenlerine ve inançlarına göre adam istiyorlardı. Hatta namaz ve oruç soruşturması bile yapıyorlardı".
Vezirhan’da istaysonun kıyısına pazar kurmuşlardı. Cıvıl cıvıl çocuklar, analar... Sanki tezgahlarda geleceklerini arıyorlardı.
Sonra İstanbul’a yaklaştıkça koyu karanlık tüneller başladı. Birinden çıkıp ötekine giriyorduk. Bazen hızla yol alıyor, bazen dururken geri geri kayıyorduk.
Trenin yolu asla değiştirilemezdi ama, yavaşlamak ve durmak, doğrusu can sıkıyordu.
Bizim Murat, bu kez yanılmıştı... Hoşfikirer’in açıklaması "bana göre" değildi ve sevdiğim, güvendiğim yolculukta, iyice canımı sıkmıştı.

Meğer ne kadar "cahilmişiz"... Şu Dünya Kupası’na da katılamasaydık, kimbilir daha kaç yıl "Kore" deyince, "savaş" ve "şehitlerimizöden başka bir bilgi birikimine sahip olamayacaktık.
Bir de köpek eti fantezileri; sanki biz "insan eti" yemiyormuşuz gibi!
Adamlar "insanlığımızı" hatırlattılar bize..."Sevilebileceğimizi" kanıtladılar.
Yetmedi, futbolun saygılı yüzünü öğrettiler. Taraftarlığın düşmanlıkla bir alâkâsı olmadığını da onlardan gördük gelirayak...
Bitmedi, hâlâ "eğitimi" sürdürüyorlar.
Bu sefer de, Dünya Kupası’ndaki başarılarını 4.8 milyon trafik suçunu affederek kutlamışlar.
Yani, başarı yüzünden halk ödüllendiriliyor bir anlamda.
Bu kadarı da fazla...
Biz zannederdik ki, bir Türk bir iş başarmışsa, bize rağmen yapmıştır... O, artık bizim çok yukarılarımızda bir yüce varlıktır. Tek görevimiz onu memnun etmek olmalıdır.
Koreliler’e bakın!.. Gururu da, sevgiyi de, ödülü de ne güzel paylaşıyorlar.
Ama, bu kadarı bize fazla.

Yılın futbolcusu İlhan Mansız, yılın menajeri Sinan Engin ile yılın pazarlığını yapıyor:
"Sinan abi, Beşiktaş’ta kalırım ama, sen de hakkımı koru yani"...
"Kimsenin hakkını yemedik bugüne kadar koçum"...
"Ama abi, geçen sezon 550 milyara yok pahasına gittik yani"...
"Telafi ederiz İlhancığım. Sen fiyatı söyle".
"Üç"...
"Napıyosun ya".
"Yok abi, bana üç gün müsade et".
"Eyvallah"...
Kelimeler aynen olmayabilir, fakat pazarlığın bu formatta olduğu tahmin ediliyor.
Evet sadece tahmin... İlhan Mansız ile Sinan Engin’in birbirlerini duyduğu bile şüpheli. Zira, pazarlığın yapıldığı yer, yılın kulübü Laila... Hani gümbürtüsünden deniz kazası geçiren üniversiteli gençlerin çığlıkları duyulamadı iddiasına muhatap olan şu yüksek desibelli eğlence mekânı.
Futbolda çıtayı yükselttik ya... Transfer görüşmeleri Laila’da...
Umarım bu transfer pazarlığında bir yanlış anlaşılma olmadı. Bir gece önce rakip mekan Reina’da Adnan Hocacı tabir edilen Seçkin Piriler’in İlhan Mansız’ı "yutma" girişimi akamete uğramış da...
"İlhan’ın kafası iyi idi. Telefonumu bile almadı valla" diye dert yanmış kıymetli mankenimiz... "Diyalog" kuramamaktan yakınmış.
Bu iki gecenin ardından, üçüncü geceyi hastanede geçirdi İlhan Mansız. Meniskus yırtığını diktirdi... Şimdi önünde uzun ve zorunlu bir tatil var.
Neden yazdım bunları?..
Çünkü aylar sonra, insanlar birbirlerine soracaklar:
"Yahu şu İlhan Mansız niye ortalarda yok"?..
Bizde böyle harcarlar futbolcuları.

Erken seçim, hangi partiye, hangi lidere, hangi oluşuma avantaj sağlar kestirmek zor ama, siyaset forması giymeye hazırlanan spor adamlarının ekmeğine yağ sürecek; orası kesin...
3 Kasım’a kadar bir "Milli Takım Partisi" kurulsa, barajı aşacağından eminim.
Bu "teveccüh"ün farkında olan politik dünya, çoktan hazırlıklarını yapmış ve ünlü spor adamlarını saflarında toplamaya başlamış bile.
Erman Kunter gibi zaten kararını vermiş olanlar dışında, Şenes Erzik, Mustafa Denizli gibi yatkınlar ve Fatih Terim, Ahmet Ayık, Naim Süleymanoğlu gibi ikna edilmeye çalışılanlar da varmış bu programda.
Bir partiye girerler mi, girseler seçilirler mi, seçilseler siyasete katkı getirirler mi bilemem...
Ama spor için çalışacaklarını sanmam.
Nereden mi biliyorum?..
Başbakanı, bakanı, milletvekili ile gazeteci siyasetçilerin gazetecilere "katkısından".
Eksik olmasınlar... Sayelerinde; çalışanıyla, çalışamayanıyla meslek yaşamlarındaki en zorlu dönemi geride bıraktı meslektaşları.
Terzi söküğünü dikemiyor vesselam...

Bazı haberler "vizyon" sahibidir. (Dünya üçüncülüğünden beri unutulan kelimelerden ‘vizyon’un kaybolup gitmesini önlemek için cümle içinde kullandım)
Evet... Ajanslara İran’dan düşen şu haber gibi:
İki milli futbolcu daha, randevuevinde basılmış komşuda. Birine 70 diğerine 170 kırbaç ceza...
Niye acaba?... 70 kırbaçla kurtaran çoraplarını mı çıkarmamıştı, yoksa 170’lik olanın partneri mi ağırdı; bilinmez...
Daha önce aynı "zevk yoluna" hayatı kayan futbolcunun adına bakın:
Mücahit Hazırabi... 275 kırbaçtan sonra soyadını değiştirip "Nasırabi" yapmış olmalı.
Aslında burası grekoromen bir köşe ama, haberin "karizmasına" dayanamadım...
"Misyonumu" mazur görün.

Benden size tavsiye; Lig başlayana kadar kulaklarınızı mühürleyin...
Hani, Galatasaray’ın yeni transferi Duro, Fatih Terim için "gözleriyle konuşuyor" dedi ya...
Siz de, Süper Lig’in ilk düdüğü çalana kadar, futbolcuların, teknik direktörlerin ve yöneticilerin "derin" açıklamalarını, kulağınızla değil, başka bir yerinizle dinleyin.
Böylece boş ümitlerden, gereksiz motivasyondan, ajitasyondan, hiper tansiyondan, eksikleri hayallerle tıkamak için körtapa gibi kullanılmaktan kurtulursunuz.
Hiçbir kıymet taşımayan şu boş sözleri, kimbilir kaç kez duydunuz:
"Çok iyi transferler yaptık... Şahane bir kamp dönemi geçirdik... Teknik direktörüm süper... Futbolcularım eşsiz...Yöneticilerimiz fedakâr... Tesisler saray.
Kombine bitti, çevre binaların balkonlarında yer var!..
Bu sezon şampiyonuz...
Sahada çok koşan, pres yapan, oyununu rakibe kabul ettiren bir futbola hazırlanıyoruz.
Her şey mükemmel, muhteşem, inanılmaz."
Biliyorsunuz; bunların çoğu "bilgi" değil, "temenni"...
Bugün mutluluğun resmini yapan bu insanlar, yarın açık buldukları kulaklara ya birbirlerini, ya hakemleri, ya medyayı, yani herhangi bir "düşman"ı anlatacaklar.
Siz siz olun, kulaklarınıza değil, gözlerinize ve aklınıza inanın.
Futbolsuz kalmayın ama, futbol profesyonellerinin hayallerine çok kapılmayın.