Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Her transfer sezonu, fatura bize çıkar.
"Fedakâr" yöneticiler, futbolcu peşinde koştururken "baloncu" spor medyası onları taraftarlar önünde zor duruma sokar.
Bu tespit ne kadar doğru acaba?..
Tamam; "atmasyon" medyada da var ama, zaman zaman kulüplerin hayal gücü medyayı çok geride bırakabiliyor.

Mesela Almeyda ve ardından Gilberto Silva...
Fenerbahçe aylardır Almeyda’nın peşinde idi ve onun fiyatı 20 milyon dolardan fazla olsa gerekti. 10 milyon dolar fiyatı "fahiş" bulunan Silva’nın, klasman açısından neredeyse Almeyda ile eşdeğer olduğu, hatta Dünya Kupası’nda ondan daha iyi performans ortaya koyduğu düşünülürse, ortada bir çelişki gözükmüyor mu sizce? Fenerbahçe 20 küsur milyonluk Almeyda’yı elinden kaçırıyor, 10 milyonluk Silva’yı pahalı buluyor.
İnsanın aklı karışıyor. Medya ne yapsın; haberler yüz seksen derece açıyla geliyor.
Örneğin, salı günkü Milliyet spor sayfasında iki haber yan yana. Birinci ve altı sütunluk olanında Beşiktaş Kulübü’nün Nouma, Savio, Giunti, Pancu, Hakan Şükür ve Conceiçao için transfer çalışmalarına hız vereceği var. Hemen bitişik sütunda Flavio Conceiçao’nun demeci:
"Beşiktaş’a gitmeyi asla düşünmedim"...
Ortada iki zıt haber varsa biri yanlış. Ama olsun... Yarın öbür gün Beşiktaş ile Conceiçao masaya otursa da oturmasa da; "palavracı" olan medya...
Sonra, Galatasaray’da Nanni meselesi. Fatih Terim diyor ki, "Yardımcım orada. He desek, alır gelir Nanni’yi"... Ertesi gün Galatasaray Nanni’den vazgeçiyor. Siz inanıyor musunuz, haftalardır Nanni’yi istiyorum diyen Fatih Terim’in, yardımcısı Ahmet Ceyhan’a ettiği telefonla karar değiştirdiğine?
Nanni, oldu sana "ninni"... İşin arkasında ya hedef şaşırtma, ya da ekonomik zorlama... Günahları boyunlarına.
Bunlar minik örnekler. Liste uzar gider. Ama her transfer sezonu medya "tammüden" imaj kaybeder.
Futbolcu "para" kazanır, kulüp "futbolcu"... Bizler "bedava baloncu".

Hakan Şükür, Fethullah Gülen’e "neden" sempati besleyebilir...
Hakem değil ki, lehine penaltı çalmış olsun...
Futbolcu değil ki, tekniğine hayran kalsın.
Sanatçı değil, devlet adamı değil; akraba veya asker arkadaşı da olamaz...
Fethullah Gülen’e hangi gerekçe ile sempati besleyebilir Milli Takımız’ın kaptanı?..
Bir "vaazları" var, bir "okulları", bir de "fikirleri".
Hakan Şükür’ün talebelik veya öğretmenlikle işi olmadığına göre...
Olsa olsa "söylemleri ve eylemleri" yüzünden sempatik buluyor Fethullah Gülen’i...
Vaazları ile fikirlerine ise Hakan Şükür’ün sempatisi; durum ciddi...
"Şeriat devleti kurmak için silahsız örgüt oluşturmak" suçlamasıyla 10 yıl hapis cezası istemiş DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel, "hoca efendi" hakkında.
Yine de bir suç değil Fethullah Gülen’e sempati beslemek, yasalarımızda... Ola ki, söz konusu örgüt sınırlarında dolanmayasınız.
Makul bir mesafeden "sempati" ile bakabilirsiniz ABD’de ikamet eden hocanıza.
Ama, tam da coşku doruğa çıkmışken ve ülkenin gençleri Ümit Davala’nın traşını, İlhan Mansız’ın bakışını, Hasan Şaş’ın kolyesini, Rüştü Reçber’in sakalını bile taklit etmeye çalışırken, bu ülkeyi sevdiğini iddia eden bir Milli Takım Kaptanı olarak ortaya çıkıp, suç kapsamındaki davranışa övgü düzemezsiniz.
Futbola trilyonlarca taze para sokan yöneticilerin bile, kulüplerin adıyla ekonomik çıkar sağlayıp sağlamadıkları didik didik edilirken, topa ustaca vuran ayaklarınız yüzünden sizlere sonuna kadar açtığımız gönüllerimizi cemaat ve tarikat tabelalarına yönlendiremezsiniz.
Bize bir parti veya dünya görüşü adresi de vermemelisiniz.
Sizin misyonunuz, maçınızı iyi oynayıp bizi mutlu kılmak.
Bunun karşılığını öderiz... Yaşamdaki ve ahiretteki mutluluğumuza ise biz karar vermeliyiz.
Keşke ülkesini seven bir insan olarak, Nuh Mete Yüksel iddianamesine "Gülen’in, Galatasaray futbol takımındaki aktiviteleri" için paragraf açtığında bu sempatiyi ve nedenlerini açıklasaydı Hakan Şükür... Açıklasaydı da, delil yetersizliğinden eli kolu bağlı kalmasaydı Cumhuriyet Savcımız’ın.
Açık konuşalım... Hakan Şükür gibi akıllı ve tecrübeli bir insan, bu açıklamayı yaparken, Dünya üçüncülüğü ile katmerlenen hayran kitlesini, yaklaşık yüzde 10’a varmayan siyasi İslamcı kesim uğruna riske soktuğunu bilmez mi?
Peki "hepimizin kahramanlığı" yerine, "Fethullah Gülen’in sempatizanlığını" nasıl tercih etti acaba?
"Sorun"un yanıtı Hakan’da!..

Bu sezon teknik direktörler yaşadı...
Fenerbahçe’de Lorant, çok rahat... Beşiktaş’ta Lucescu huzurlu... Vatandaşları Multescu ile Stoichita’ya rahat batmaya bile başladı.
Sonra yerli hocalar Samet Aybaba, Ersun Yanal, Hikmet Karaman, Ziya Doğan; hepsi çok şanslı...
Hatta pek ihtiyacı olmasa bile, Fatih Terim’in de işi kolaylaştı.
Neden?
Çünkü, teknik direktörlere karşı toplumsal toleransımız arttı.
Toplum nezle olsa medya hapşırır; medya toplumun aynası.
Artık kimse kimsenin zekasını sorgulayamayacak durup, dururken... Kimse hocaların cesaretinden, bilgisinden, yeteneğinden şüphe edemeyecek.
Etse bile kolay kolay söyleyemeyecek.
Söylese bile, kelimeleri doğru dürüst seçecek.
İşin ucunda rezil olmak var çünkü.
Şenol Güneş’ in canı yandı, bu iş diğer hocalara yaradı.
Yazık oldu Mustafa Denizli’ye...

Yunan Etnos Gazetesi’nin haftalık spor eki Etnospor’un "belki de tarihinde ilk kez bir Türk Futbol Adamı olarak" Şenol Güneş’e ayırdığı altı sayfada 2008 Avrupa Şampiyonası’nın ortaklaşa yapılmasına destek vermiş Güneş.
Mesajlar sıralamış:
"Sizi seviyoruz, sizlerle birlikte düşünmek, yaşamak, oynamak istiyoruz" demiş.
Ne kadar anlamlı değil mi?
Şenol Güneş, bu sözleriyle "şöhret nehrinde yüzen hafif ve şişirilmiş nesnelerden" olmadığını kanıtladı bence...
Yarattığı imajın tarifi ise bir Yunan atasözünde:
"Kıskanmak kör, nefret sağır eder. Kızgınlık sakatlıktır. Kim seviyorsa, onun her şeyi tamdır."
Evet... En azından insan olarak.

Devlet üstün hizmet madalyası, sayısı arttıkça değeri azalan "devlet sanatçılığı" gibi bir paye...
Biraz hoşgörü ile pasaportun yerini bile alabilir. Çünkü birkaç gerçek vatan haini dışında hemen herkesin bu ülkeye emeği geçmiştir.
Bugünkü tartışma Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’a verilmeme kararı ve bunun Şenol Güneş ve öğrencileri tarafından protestosu.
Herkes haklı... Ya da herkes hatalı...
İllaki verilecekse, bu madalyadan bir tane yapılmalı ve kişisel olmamalı. Tüm emeği geçenler adına federasyona verilip, şeref köşesine koyulmalı.

Balic, "Galatasaray forması yerine kefeni tercih ederim" dedi mi demedi mi? Yahu bir ülkede ancak bu kadar büyük çifte standart olabilir.
"Ülkeye hizmet" adına "kader birliği" etmiş politikacılar teker teker değil, gruplar halinde saf değiştirirken, "vefa" boza markası, "sebat" futbol takımı, "duygusallık" saflık, "parti" pişpirik seansı olmuş iken, tek ve açık hedefi para kazanmak olan profesyonel bir yabancı futbolcunun sözünden dönüp dönmediğini tartışıyoruz şimdi.
Gündem beş metre patiska.
Demişse demiş... Onun misyonu karakter örneği olmak değil ki...
Balic’te mizaç bozukluğu bulmak için çabalayanlara gelince...
Onlar da biraz saflar...
Adam, Fenerbahçe - Gaziantep maçında oyundan çıkarılınca, takım 3 - 0 mağlup durumdayken stattan tüyüp, 4 - 3 kazanınca apar topar geri dönmüştü.
"Sözünden dönüp dönmemesi" ne yazar.

Türlü çeşitli ticari girişimlerde bulunan üç büyükler, artık banka sahibi olmalılar.
Buna "mali" olarak değilse bile "fikren" hazır olduklarını kanıtladılar.
Baktılar ki, sıkıştılar... Doğru Devlet’e...
Bakımsız bebekleri "amatörleri" cami avlusuna bırakır gibi, Devlet’in kucağına atmaya çalıştılar.
"Ya sen bak, ya ölsün" mü demek istediler, yoksa şanslarını mı denediler bilinmez ama "günümüzün kurallarını" mükemmel uyguladılar.

Sergen sezonu açmadan ağzını açmış ve "Beni bitiremediler" demiş!..
Kesinlikle doğru söylemiş...
O, kaya gibi bir sporcu, inanılmaz dayanıklı bir adam.
"Biz" dışardan, "kendisi" içerden...
Hâlâ sapasağlam.