Küçük sürprizleri de olmasa, ticaret kadar tek düze ancak kârlı bir maçtı Denizli’deki.
Havai fişeklerle muhteşem bir start veren Denizli taraftarı, 90 dakikayı tiyatro seyircisi nezaketinde tamamlarken, Lorant’ın "hücum benim karakterimdir" özdeyişiyle sahaya çıkan Fenerbahçe’nin aslında tiyatro oynadığı anlaşıldı çok geçmeden.
Takım kurgusuna bakan, Fenerbahçe’nin büyük bir tahsilata geldiğini sanabilirdi Denizli’ye. İleri üçlü Serhat, Oktay, Revivo gibi gol kokan isimlerdi. Hemen arkada Rapajc de onlara katılacak ve bu kritik haftada bol golle bayram yapacaktı Fenerbahçe... Başka golcü olsa Lorant onu da koyacaktı ama, Andersson cezalıydı.
Orta sahaya da Simao gibi olgun bir futbol bilgini yerleştirilmişti. Ama sakatlığı atlattıktan sonra bir haftadır antrenman bile yapamayan Simao, "yatay" oynuyordu... Topla her buluştuğunda üçüncü adımda çimenleri yakından inceliyor, sağdaki Ogün’ün de durgunluğuyla orta saha, ortadan siliniyordu sık sık. - Yine de ikinci yarıda değişen ne Simao ne Ogün’dü ve Abdullah’ın yerine Johnson girdi - Siliniyordu ama, bir de silen vardı elbet. Rıza Çalımbay dersine iyi çalışmış, talebelerine "Fenerbahçe defansı ile hiç uğraşmayın. Orta sahayı geçip çakın" demişti.
Denizlispor, Rüştü’yü hesaba katmamıştı. Ancak, Fenerbahçe de Mirkovic’in Denizlispor adına gol atacağını hesaplamamıştı.
Fenerbahçe’nin beraberlik golü ise en az üç televizyon programını tıka basa dolduracak zenginlikteydi. Acaba İlyas, topu elle mi kesti de, penaltı gibi serbest vuruşla beraberliğe yükseldi Fenerbahçe? Buradan öyle görünmedi. Fenerbahçe’nin, en zor zamanı 2 - 1 öne geçtikten sonraydı. Artık Denizlispor ileri hatları, Fenerbahçe ceza sahasında cirit atmaya başlamıştı. Ama her tehlikede Rüştü duvarına çarptı Denizli.
Aslında, zaman "İnce eleyip, sık dokuma" zamanı değil Fenerbahçe adına. Dört nala koşan şampiyonluğa yetişebilmek için Fenerbahçe’nin hesapları sadece puan üzerineyse eğer, bu deplasman da "iyi alışveriş" oldu doğrusu.