Ligin ilk yarısı "futbol adına" onurlu ve müthiş bir mücadele ile sona erdi. İşin başında, "Küfürbazlar"ın organize atakları karşısında "gömülü alan savunması" ile direnmeyi tercih eden Federasyon, MHK, Hakemler ve Futbolseverler, devrenin sonlarına doğru toparlandılar, kombine ataklarla rakibin soluğunu kesmeyi becerdiler.
İkinci yarıda, dananın kuyruğu kopacak sayın seyirciler.
Eğer kimse, "küfür her yerde var", "yasak olan küfürün ölçüsü ne kadar" gibi tribün yalakalığına gönüllü olmazsa, daha da çabuk olacak ama, "içimizdeki eyyamcılar" arada sırada şanslarını deniyorlar.
Onları, gelecek nesiller "bir iki okur, birkaç reyting puanı, bir devre daha yönetim koltuğu, birkaç ay daha teknik adam maaşına şerefini rehine verenler" olarak anacaklar.
Bu işin "kıvırması olmaz" değerli arkadaşlar... Türkiye’de cinayet de işleniyor, hırsızlık da yapılıyor, rüşvet de alınıyor... Yakalanan sanıkları mazur mu göreceğiz her yerde var diye.
Bir de ekonomik koşulları bahane olarak gösteriyorlar... Yani, krizle birlikte işini gücünü yitiren adam, gelip tribünde deşarj oluyormuş!..
Hatta, dua etmeliymişiz... "Bakın Arjantin’de neler oluyorömuş!..
Birader, tüm vergi gelirleri ile faizini zar zor ödediğimiz bu borçların içine "bedava mezar gibi" atlayıp, döviz içinde yüzdüğümüz günlerde de küfür ediyordu bu terbiyesizler... Hepsi bahane.
Neyse... Şimdi hakemlerin kendilerine edilen küfürlerde daha titiz oldukları tartışılıyor, ne mutlu ki... Doğrudur, yanlıştır... Demek ki, ortada bir titizlenme var. Biraz daha arka çıkarsak, biraz daha gündeme oturtursak, ucunu yakaladığımız iple boğacağız küfürü...
Hatta ben, Beşiktaş maçında sahaya inen "insanöların, bu ilkel özgürlüklerine vurulan kelepçe yüzünden çileden çıktıklarına inanıyorum. Böyle vahşi direnişleri, her illegal iş tarihe gömülürken ortaya çıkan son çırpınışlara benzetiyorum.
Trübünler çığrından çıkmış... Küfür, kafir gırla... Hakem düdüğü çalıyor, anons istiyor.
Hakemin bu prosedür uygulaması, "meydan okuma" olarak algılanıyor ve daha derinden tetikliyor tribünleri... Artık ortada bir hakem değil "katli vacip" bir düşman var sanki.
Onca işi yetmezmiş gibi, tribünler de orta hakeme emanet... Biraz daha insafsız olsalar tribünde sarkıntılık edenlerin hesabını da hakemde soracaklar. Arka cepten cüzdanı çekilen, hakemi sorumlu tutacak... Peki tribünde yer kavgası yapan iki kişi küfür ederek tartışıyorlarsa, onları da hakem mi ayıracak.
İşte size tribünler ile hakemi "kanlı" haline getiren bu işlemden kurtulmak için bir öneri:
En azından ilk anonsu yaptırma kararını dördüncü hakem versin... Anons başlayınca hakem oyunu durdursun. Böylece tribünlerin anonstan sorumlu tutamayacağı orta hakem, hem pozisyonları takip edip hem de küfrün kaç dakika devam ettiğinin hesabını yapmaktan kurtulsun.
Bu bir öneri, beğenmeyen daha iyisini bulsun.
Bizi, hep bu "iyi havalar" mahvetti...
Böyle bir havada atladık sahaya...
Böyle bir havada polisin elinden aldık futbol işgalcilerini... Tribüne çıkardık; yetmedi, karakolda ziyaret ettik...
En güzel havalarda, en çok sevdiğimizi iddia ettiğimiz renklere, en büyük kötülükleri yaptık.
Hep bu "ahbapçavuş havaları" mahvetti bizi...
Hukuka değil feodal ilişkilere inancımız.
"Bizden" olanın hata yapamayacağı varsayımımız.
"Ceza gerekirse, onu da biz veririz" alaturkalığımız.
Sorumsuz, sorumluluk duygumuz ve daha da ötesi.
Ne olacak şimdi?..
Beşiktaş’ın sahası kapatılacak...
Sinan Engin’in kristalleşen karizmasından bir köşe kopacak...
Ve bu baskın, uzun yıllar unutulmayacak.
Yapanı, göz yumanı, mazur göreni, önemsemeyeni ile her demogojide rakibin elindeki joker olacak.
Birkaç çılgın ile birkaç yanlış adım, bir çuval inciri berbat etti.
Beşiktaş, tam da güzel bir hava yakalamışken; değer miydi?
Kime niyet kime kısmet" derler ya...
Kısa süre önce Galatasaray Lucescu’yu kapıya koymaya çalışır, Beşiktaş’ta Daum kendini kovdurmaya uğraşırken, Fenerbahçe, Mustafa Denizli ile yolları ayırdı...
İyi mi oldu, kötü mü ?..
Fenerbahçe için fayda ve zararlarını önümüzdeki günler gösterecek ama, şampiyonluk yarışındaki rakipleri bu gelişmeye sevinebilirler kuşkusuz...
En azından, üçüncü yıldız için mevcut risklerine yenilerini ekledi sarı lacivertli kulüp.
Evet... Yeni bir riski, vakur bir şekilde göğüsledi Fenerbahçe.
Darılmaca, gücenmece yok ama, Galatasaraylı yöneticilerin Lucescu’ya ceza kesip, Fatih Terim’e teklif götürdükten sonra, ret yanıtı alınca, Lucescu’nun boynuna sarılmalarıyla kıyaslanınca, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını en azından kurnazlık yolunu tercih etmedikleri ve dürüst oldukları için kutlamak gerek.
Daum’un hoyrat sitemlerine kulaklarını tıkayan Beşiktaş yönetiminin de kulaklarını çınlatmalı bu tavır...
Yanlış anlaşılmasın... Bu bakış, ilkeler bazındadır...
Yoksa, kulübü için en iyisini yapan yönetimin hangisi olduğuna, ancak şampiyonluk kupası karar vermektedir Türkiye’de...
Ve o demir kupanın duyguları yoktur.
Kaptan Oğuz’un futbolculuk günlerini unutmak mümkün mü?..
O günleri hatırlayanlar, bu gün deyim yerindeyse Oğuz’a kızıyorlar:
"Niye kendini göstermedin"...
"Niye, bize Oğuz varken Fenerbahçe’de teknik adam boşluğu olamaz dedirtemedin"...
Evet... Oğuz yok!..
Ama o, geçen sezon Fenerbahçe kulübesi sahaya altıncı yabancıyı sürdüğü maçın basın toplantısından beri yok.
Oğuz, o gün sorumluluğu kendisine atan Denizli’nin sözleri altında kalmasaydı, sessiz ve silik bir role razı olmasaydı, zaten duramazdı.
O "muhalifti", ama sesini çıkaramazdı.
Kendisine biçilen elbiseyi sakin ve olgun bir şekilde giyip "maraza çıkarmadan" Fenerbahçe’ye yararlı olmaya çalışan Oğuz’a kızmaya kimin hakkı var ki...
Fatih Altaylı kendisini eleştiren spor yazarlarına "şabalak" dedi.
Kendisi için yapılan tüm yakışıksız yakıştırmalar gibi bunu da bir "sürçü lisan" kabul etmek olası değil, ama işin vahimi Ali Sami Alkış, bu yakıştırmanın adresini tespit etti:
"Turgay abi şabalak ne demek" ?..
"Valla bilmiyorum Ali Sami"...
Turgay Şeren ağabeyimiz hastahanede, ameliyat olmuş... Alkış ise hayli neşeli:
"Fatih Altaylı senin için söylemiş de"...
Oysa, on dakika önce Ahmet Çakar "Anadolu şovenizmi yapma" deyince, çileden çıkmış ve diklenmişti.
Çakar da ona sormuştu:
"Sen şovenizm ne demek biliyor musun"?..
Bilip bilmediği belli olmamıştı ama, çok daha fazlasını bildiğini ima etmişti.
Bu olayı niye mi anlattım?..
Çünkü pazar günü ben de Yozgat’taydım... Hani o, basın mensuplarına tekmelerle saldırılan maçta...
Ve aynı akşam Erman Toroğlu’nun, Beşiktaş maçında sahaya girenleri örnek göstererek, bundan böyle yapılacak hakem hatalarında Yozgat seyircisini sahaya davet eden yorumundan sonra, bu diyalogları izledim, Türkiye’ye yapılan ulusal televizyon yayınlarından...
Ha, anlı şanlı medya mensupları, ha Yimpaş Yozgatspor’un taraftarı...