İlk yarı bitmeden önce Galatasaray'la birlikte deplasmana gidiyorduk. Fatih Hoca'dan bir röportaj randevusu istedim. Doğrusu refüze edeceğini pek sanmıyordum, ama tedirgindim. Tekrarı "kendini beğenmişlik" olacak iltifatlarla kabul etti, sevindim.
Geriye tarihi saptamak kalmıştı. O sırada başı fena halde dertteydi ve erteleme dileğini anlayışla karşıladım. Bir daha da aramadım. Sanıyordum ki, röportaj vermek istediğinde sözünü hatırlar ve o arar.
Ben sayın Terim'in "delikanlı" imajına gönülden inananlardandım. Ayrıca söyleyecek sözü olduğunda bana ulaşacağını biliyordum. Daha önce örneğini yaşamıştım.
Şimdi nedeni ben olmasam da düştüğüm bu ofsayt karşısında hüzünleniyorum.
Röportaj önemli değil, onu sayın Terim'den daha popüler biri ile yaparım.
Önemli olan benim için hala geçerli bazı kavramların tedavülden kalkması. Ve bu hastalığın imparatorlara kadar bulaşması.
* * *
Şimdi sanıyorsunuz ki, Sayın Terim'den kazık yediğim için balıklama Bülent hadisesine gireceğim. Vefa, iyi niyet, Galatasaraylılık gibi kavramlarla Fatih Hoca'ya bir iki gol atacağım. Ardından Galatasaray futbol takımının bu sezon itibarıyla iflah etmeyeceğini, Fatih hocadan kurtulmadan asla düzelemeyeceğini falan iddia edeceğim.
Tam tersi... Kanıtlanmış futbol bilgisi ve doğal yeteneklerini atadan kalma örflerin boyunduruğundan kurtaran Sayın Terim'in yolu açıktır artık.
Ne eski takım kalmıştır ne de eski Terim...
Sayın Terim Bülent'e güle güle dedikten sonra sözünü geri aldığında bunalıma girseydi, o zaman korkmalıydınız. Veya basın toplantısında "Dün gece Bülent'e gel yardımcım ol dedim" gibi bir açıklama yaparken sesi titreseydi. Yutkunup söyleyemeseydi... Ya da en başta "Herkes işine baksın, bu takımı ben yönetiyorum" diye kükreseydi.
Bunları "aşmış"tır sayın Terim. Artık piyasa kuralları ile oynamaktadır ve mutlaka başarılı olacaktır.
Ben önceki Terim'i tercih ederdim o başka.
Özelleştirme kapsamına "Üç büyükler"i de almak lazım. Resmen KİT oldular. Kendi yağlarıyla kavrulamıyorlar. Devlete yük oluyorlar. Her ay Ankara'ya gidip dolaylı ya da direk para istiyorlar.
Sorarsanız, kendilerine toplumsal anlamda kutsi görevler vehmediyorlar. Yahu, bir kere de toplumsal bir talebiniz olsun. Mesela üç başkan ortak bir açıklama yapın; Üniversite Araştırma Fonları'na el koyulmasını falan kınayın.
"Hayır" diyorlar... "Bizim toplumsal görevimiz halkın gündelik yaşamına keyifli anlar eklemek". Kardeşim Tekel de onu yapıyordu, özelleştiriliyor. Devlet sizden yakasını ne zaman kurtaracak.
Dikkat ettim, orta yaşlı insanlar "evladı" gibi seviyor tuttukları takımları. Belki de bu yüzden "az ama öz" kızıyorlar.
Az, öz ve kısa... Sadece belli konularda.
Yoksa, mağlubiyeti falan anlayışla karşılayabiliyorlar. Hayatın zorluklarını biliyorlar, tökezleyen bir evlat için üzülseler de kalkıp koşacağına ve acı olaylardan tecrübe kazanacağına inanıyorlar.
Takım içindeki anlaşmazlıklar da geçici gençlik kaprisleri onlar için. Hocayla, birbirleriyle dalaşan futbolcular, büyümeye çalışan dünkü çocuklar. Bir gün mutlaka durulup, doğruyu anlayacaklar.
Bizim kuşak için öyle tesis, stat, lokal falan da pek önemli değildir inanın. Orta yaşa varınca kıskançlıklar yerini takdire bırakıyor.
Sahip olanlar bilir, evlat sevgisi ne kadar hacimli bir gövdedir... Ki, köklerindeki endişe, telaş, eleştiri, merak uzantılarından aldığı besini, yeryüzünde renkli çiçeklere, meyvalara çevirir.
Yoldaki adamın, komşunun, akrabanın gözünde "affedilemez" kategorisine giren bir haylazlık bile ebeveyn terazisinde "Vardır bunun bir hikmeti" şeklinde tartılabilir.
Neden hazmedemez ?
Bir baba evladında neyi hazmedemez biliyor musunuz... Aptallığı veya evladı tarafından aptal yerine konmayı.
İşte o zaman dellenir baba...
Kızmak ne kelime. Dünyası kararır. Çıldırır. Ne dilinde ölçü kalır, ne yüreğinde sevgi. Kriz kısa sürse de sonuçlar yıkıcıdır. Ağaç ters yüz olmuştur sanki. Sevgi çiçekleri yerin altına gömülmüş; endişe, telaş, eleştiri, merak kökleri olanca şekilsizlikleriyle manzarayı bozmaktadır.
Sonra özeleştiri başlar. "Yoksa kabahat bende mi"?..
Belki de sevgisi ile bunaltmıştır evladını. Hoşgörüsü ile aklını kullanma becerisini köreltmiş, Koşulsuz kabullenmelerle, saçmalamasını kişilik özelliği haline getirmiştir.
Ardından, sıradışı bir evlada sahip olmanın ayrıcalık anlamına geldiği avuntusu... Gülümseme... Kucaklaşma...
Ne kadar küs kalınabilir ki evlatla? Sadece Ocak ve Temmuz'da.
Kahramanımızın kafası kızmış... Gazeteci dövmeye niyetliymiş. Hem de bir değil, birkaç gazeteci. Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil Siirtli kanında mevcutmuş.
Bunu söyleyen Sağmalcılar Cezaevi sakinlerinden biri olsa, pek yadırganmaz da kartvizitinde "Fenerbahçe Asbaşkanı" yazıyorsa vah halimize. Hele adı Hakan Bilal Kutlualp ise... O Hakan Bilal Kutlualp ki, yöneticilik denilen nazik ve ince mesleğe çağdaş yorumlar getirmesi umulan kişi.
Berbat etti işi.
Önce basın mensuplarına, sonra sorumlu olduğu Fenerbahçe'ye ve belki de en önemlisi kendi hemşehrilerine karşı dört dörtlük bir gaftı yaptığı...
Ayıklasın şimdi pirinci.
İstifa etmelidir
Sayın yönetici!.. Bir kere gazetecileri öyle birer ikişer dövmek için zat - ı aliniz hacminde ve hayli kalabalık sayıda kişiye ihtiyaç vardır. Zaten gazeteciler pek dövülmez, genellikle sinsi bir şekilde kurşunlanır.
Ayrıca ağzınızdan çıkan sözler ceketinizdeki tarihi ambleme hiç yakışmamıştır.
Ve son olarak, Siirtliler'in sizi mahkemeye vermesi lazımdır. Dizginleyemediğiniz içgüdülerinize Siirt halkını ortak etmek de neyin nesidir. Siirtli ilkel midir ? Saldırgan mıdır?
Fenerbahçe Asbaşkanı, kimbilir kimin gözüne girmek uğruna ayıp etmiştir. Özür dilemesi yetmez, istifa etmelidir.
Hem yöneticilikten, hem de Siirt hemşehriliğinden.
Doğrusu, Anadolu'dan gelen futbolcuların üç büyüklerde kabak çiçeğine döndüğü çok görülmüştür ama, Anadolu çocuğu bir yöneticinin pasif / agresif psikolojik durumuna gerekçe olarak nüfus kütüğünü göstermesine ilk kez ratlanmaktadır.
Ne yazık ki, kendisinden çağdaş bir yönetici yorumu beklenen kişi hem de.
Rumen milletvekili Dimitru Dragomir, Lucescu'yu 24 saat içinde milli takımın başına geçmesi için ikna edebileceğini açıklamış. Çünkü Romanya'da seçimler yaklaşmış ve Lucescu ülkesinde halk kahramanıymış. Spor - siyaset - reyting meselesi yani.
Ne yapmalı Beşiktaş?.. Lucescu'yu kaybetmek istemiyorsa Dragomir'i İstanbul'a davet edip Sayın Özhan Canaydın'la bir randevu ayarlayabilirler. Başkan "halk kahramanları"nın her zaman beklenen sonuçları veremediğini anlatabilir Rumen milletvekiline.
Olmazsa ? Gitsin Lucescu!..
Bu kadar yetişmiş birinci sınıf teknik direktörü olan Beşiktaş camiası da hocasız kalmaktan korkuyorsa!..
NOT: Bu yetişmiş insan meselesi aslında gelecek on yılların konusu. İlerde çok tartışılacak. Ve tartışmalar sürerken günümüzde kendisini inşaat ve ekonomi işlerine kilitlemiş başkanların kulakları çok çınlayacak.
SPOR
ASLAN ISINIYOR: 2-1
At yarışları
Avrupa Ligleri
Efes koltuğu kaptı: 67-73
İKİNCİ LİG PUAN DURUMU
Hido-Memo banko
Güneş ışıl ışıl: 3-0
Beyler, sakin olun!
Kartal pas geçti: 1-2
Kötü rastlantı!
'Hedeflerimizden kopmadık'
Trabzon'a kısmet
Hakemler krizde
O kadar da değil!
Büyük problem!
2012 için start günü
Haber turu...
Terim'i tanıyamıyorum
Defansın önü