Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Devlet’i ketenpereye getirip "faturayı halka ödetmenin" bu kadar yaygın ve alışılmış hale geldiği bir ülkenin "marjinalölerindenim ben!..
Ömrüm boyu vergi ödedim. Hatta anamın babamın olanları bile devlete "pay" ödeyip sahiplendim.
Kitap okudum, vergisini verdim. Çöpümü topladılar, ödedim. Bakıyorum, zorunlu eğitimden sonrasını bile, Devlete yük olmadan halletmişim.
Parasını tahsil etmedikleri hiçbir Devlet hizmeti elde edemedim. Beleş olanlar vardı ama, ben oralara bir omuzluk yer bulup giremedim.
İstemedim de açıkçası...

* * *
Haa evet... Bir keresinde eve hırsız girdiği için polise başvurmuştum. Ücretsizdi !.. Lakin, gelen memur, hırsızın kapıyı kırdığı tornavidadan parmak izi falan aldırmak yerine, "sigortam var mı" diye beni sorgulamayı tercih etmişti. Neyse ki, sigortam yoktu da, benden şüphelenmedi.
Allah hırsızdan razı olsun, hala onun bıraktığı tornavidayı kullanıyorum... Ülkeyi soyanların, aynı zamanda ülkeye "eser" bırakabileceği gerçeğini, o hırsız sayesinde öğrendim.
Benim vergilerim, içinde "nanogram" düzeyinde olsa da, "mal sahibi" gözüktüğüm köprülerden yollardan ücretle geçtim.
Doğum faturasını, hastane muhasebesine arabamın kontak anahtarlarını bırakarak ödediğim tek çocuğumu, özel okulda okuttuğum için ceza olarak KDV de verdim.
Üstelik bunları yaparken "üstün hizmet madalyası" falan alma ihtimalim de yoktu!.. Bedava suyunu bile içmedim Devlet’in.
* * *
"Aptal" olduğumu iddia edemem, ama kesinlikle uyumsuz biriyim...
Mesela, şu naklen yayın olayında, faturanın evirilip çevirilip içinde benim gibilerin olduğu kitlelerin önüne koyulmasını, içime sindiremedim.
İçi boşaltılan bankalardan, dere yatağına yaptığı kondusunu su basınca ciyak ciyak "Devlet yardımı" talebinde bulunan uyanık vatandaşa kadar uzanan "kitlesel hazine soygunu" kervanına, futbol da ilgisiz kalamazdı ama, bu kadarı da fazlaydı...
Açılışı "amatör branşları kapatırız" şantajıyla Üç Büyükler yapmıştı... Alenen para istiyorlardı. Vergi muafiyetleri falan filan... Bu kadarla kalmadı; futboldaki esas "devlet sağımı" naklen yayın, bardağı taşırdı. Son derece sofistike ve dolaylı yollardan, incitmeden olsa bile...
* * *
Bakın, Futbol Federasyonu son naklen yayın ihalesinden sonra, "inanılmaz bir fiyatla" sattığı ürün yüzünden aylarca övündü. Ama sonuçta ne oldu?.. Ödeyemeyeceği fiyata çıkan yayıncı kuruluş, mırın kırın etmeye başlayınca fatura Devlet’e...
TRT işin içine çekilecek... 20 milyon dolarlık reklam kapasitesi olan bir yayına 60 milyon dolar ödeyecek. Para, Devlet’in kasasından TRT yoluyla kulüplere pompalanacak.
Devlet’in parası... Yani bizim... Benim... Senin...
Naklen yayına abone olabilmek için şifre çözücü cihaz bile alamayıp kahvehanelerde pahalı çayla maça göz atabilen, dar gelirli kalabalıkların son kuruşları.
Operasyon tamamlandığında, futbol taze kana kavuşacak, Federasyon kotardığı işle gurur duyacak, kulüpler rahatlayacak...
Bana gelince... Aptal olmadığımı söyledim. Paranın gerçek kaynağını görebilirim. Sorumluluğumun bilincindeyim.
Ve tempomu artırıp, daha çok kazanıp, daha çok vergi vermeye karar verdim.
Vatan sağolsun!..

Hakemlerimiz Riva’da harıl harıl çalışıyorlar... Göbekler eriyor, nefesler açılıyor... Bir yandan da, ruhsal antrenmanlar yapıyorlar.
Diksiyon, meditasyon... Dersler arasında empati de var. Yani, kendini karşındakinin yerine koyabilmek sanatı.
Aman tanrım... Bu beceriye sahip olsaydık ve bir derbi maçındaki hakem için uygulasaydık... Çoğumuz bir daha kendimizi toparlayamazdık.
Kolay değil hakemlik...
Yine de bu sezon altın yılı olabilir hakemlerimizin. Dünya Kupası’ndaki hataları gördükten ve Dünya Kupası seyircilerinin hoşgörülerine şahit olduktan sonra Türkiye’deki tribünler de, futbolcular da farklı olacaktır.
Bunun ilk sinyali, Fatih Terim’den geldi. Hoca futbolcularına hakemle konuşmayı yasakladı.
Diksiyon, meditasyon, empati, hepsi gerekli olabilir ama, Bülent Yavuz’un yerinde olsam, transfer haberleri arasında kaybolan bu "Fatih Terim kalitesinin" üstüne gider, altını çizer, teşekkür eder, dikkati çekerdim. Aynı davranışa diğer hocaları da zorlar, benzer girişimleri tribünler için yöneticilerden de arar, yapanlara kurumum adına saygılar sunardım.
Şikayetin yerine iyi örneği koyardım.
Empati nalıncı keseri değil ki, sürekli tek taraflı çalışsın.

"Kapı komşuya cep telefonu marifetiyle uydudan ulaşmak gibi" eksantrik bir yol gerekiyor Lucescu’ya kulak kabartmak için.
Niyetini, Süper Lig’de hedefini, planlarını, Rumen medyasından öğreniyoruz.
Adam haklı...
Bu konuları basın toplantısı yapıp açıklayamaz... Saçma olur.
Habere kurşun atan, yorum için eski defterleri karıştırıp olmayacak fanteziler kuran Türk medyası arasında seçim yapıp birine anlatsa; biliyor ki, diğerleri üzerine çullanır.
O da Balkanlardan yankılandırıyor diyeceklerini.
Prosport’a verdiği röportaj geçen gün Milliyet’te yayınlandı.
Özetle, "Türkiye’yi çözdüm" demiş Lucescu.
Başka bir ülkeye gidip her şeye yeniden başlamak zor gelmiş. Yoksa derdi, gayreti Fatih Terim ile yarışmak, Galatasaray’dan intikam almak değilmiş.
Bana son derece insani ve seviyeli geldi.
Tam da ondan beklenen, ama bizim mantığımıza bir türlü ilmiklenemeyen bir düşünce tarzı.
İntikamsız rekabet... Çelmesiz yarışma... Lucescu, bu düzeyini hiç bozmadı.
Ah şu Lorant da Alman basınına konuşsa da anlasak kim olduğunu.
Yoksa Alman basınından böyle bir talep gelmiyor mu?..

Revivo’ya bakın... İyi bir futbolcu olması yetmezmiş gibi, şimdiden ırkının sahip olduğu ticari zekaya hakkını veriyor aslanlar gibi.
İsrail’de dönerci zincirini kurmuş.
Kendi adını taşıyan parfüm ile kozmetik piyasasına girmiş.
Eşiyle birlikte tekstile yatırım yapmış.
Bir yandan yakın dostu Ben Zaken ile menajerlik ajansı işine girişmiş, bir taraftan Türk Kahvesi reklamlarında oynuyormuş İsrail’de.
Sizi on yıl sonraki "hayali" bir futbol resepsiyonuna götüreyim şimdi:
Hem futbol hem de ticaret alanında zirvelere oynayan Revivo da davetli... İstanbul’a özel uçağı ile Haifa’dan gelmiş, eski dostlarıyla Türkçe konuşarak hasret gideriyor. Onun jenerasyonunda top koşturan futbolcuların ise büyük bir kısmı davete icabet edememiş.
Bir kısmı, kumardan kalkamamış. Bazıları kendini cemaatine adamış; davette içki var diye katılmamış. Futbolu bıraktıktan sonra dahil oldukları işsiz teknik direktörler kervanındakiler ise smokin bile kiralayamamışlar ki davette bulunsunlar. Gelenler, iki grup. Birinci grupta, eski günlerin hatırına bir baltaya sap olmak için gövde gösterenler... Diğerinde, birikimleri ile rantiye olup, şöhreti spor yazarlığında sürdürmeye çalışanlar.
Kabus gibi... Umarım şimdiden Revivo’yu örnek alırlar.

Fenerbahçelilerden gayrısı, Ortega konusunda Fenerbahçe’nin hakkını korumak için cansiparane çabalıyorlardı:
"Yazık oldu Fener’in Ortega’ya verdiği paraya"!..
"Oynayamaz"...
"Oynasa da kurtarmaz"...
"Arjantin dışında ne oynamış ki"?..
Ama, Avusturya kampında 9 - 1’lik SV Hall maçında hafifçe silkindi Ortega. Şimdilik bu kadarı da yetti. Artık müsterih olsunlar ve Fenerbahçe adına hüzünlenmeyi bıraksınlar.
"Onlar futboldan da, futbolcudan da anlamıyorlar" falan demiyorum... Zaten kim anlıyor ki?..
Baksanıza, Brezilya teknik direktörü Scolari’ye göre, Pele bile futbol hakkında hiçbir şey bilmiyormuş.
Biliyorum... Dostluk adınaydı onların endişeleri.

Ancak formadan çekilerek durdurulan Felipe’ye çıtçıtlı forma yaptırmak gerek demiş Fatih Terim.
Sadece ona mı Hocam?..
Bizim yıldız futbolcularımıza da lazım.
Mesela, sarı çubuklar sabit, kırmızı ve lacivert bölümler çıtçıtlı.
Veya beyaz formaya çıtçıtlı yaka... İster siyah, ister lacivert ister kırmızı.
Türkiye Ligi, son yıllardaki kadar gezgin yıldızlara tanık olmadı.