Dün gibi aklımda Şenol Güneş’in haftalar önceki basın toplantısında söyledikleri:
Mealen; "Türkiye büyük bir fırsatı kaçırdı" demişti... "İşin sahadaki kısmını biz hallederiz. Ama ülke tanıtımı açısından, Dünya Kupası büyük şanstı ve yararlanılmadı."
Gerçi sonradan "kastı aşan bir ifade kullandıysam kusura bakmayın" demişti ama, teorik olarak haklıydı... Pratikte ise, görev sınırlarını biraz zorlamıştı.
"Geçmişte kalan" bu olayı, bana İtalya Futbol Milli Takımı’nın Japonya’daki bir ziyareti hatırlattı:
Ne zaman akıl etmişler, nasıl ayarlamışlarsa, ülkeye varır varmaz özürlü Japon çocuklarını ziyaret etmiş ve önümüzdeki yaz sezonu için binlerce Japon turisti daha garantilemişlerdi uyanık İtalyanlar... Tribünlerdeki "olası" Japon asıllı İtalya taraftarları da cabası.
Hadi, olaya bu kadar pragmatik yaklaşmayalım. İnsani açıdan ne kadar saygın jest değil mi?
Kupaların "kaşarlanmış" Avrupalısı, böylesine ince duygusal kurgulara hakettiği önemi verirken, ben Şenol Güneş’in o basın toplantısını hatırladım.
İnanın kızmadım!..
Zaten bu da bir eleştiri yazısı değil... Sadece kıskandım.
Tam da bizim yapmamız gereken bir olaydı... Şenol Hoca, keşke bizleri kaçan fırsatlar için uyarırken "ben neler yapabilirim" diye kafa patlatsaydı. Perdeden çimen boyuna kadar tüm ayrıntıların "anahtarı" Can Çobanoğlu’nun aklına gelseydi keşke... Ya da Haluk Ulusoy düşünseydi.
Gerçi "Boeing uçuşu" sekiz saat uzaktan izliyoruz ama, Milli Takımımız Kore’ye vardığından beri, evsahibinden tarihsel bir saygı ve sevgi tahsilatına girişmemizden başka hiçbir sosyal davranış okumadım ben. "Minnet" duygularını, ağırbaşlılıkla kabul etmeye hazır olarak gittiğimiz ülkeye, "ekstra" bir yakınlık, bir sevgi adımı duymadım.
Kore’de savaşmıştık, itibar bekliyorduk...
Dünya Kupası Finallerine kalmıştık, hayranlık istiyorduk...
Şimdiye kadar, hep talep durumundaydık.
Antrenman dönüşü otobüste "Dağbaşını duman almış" marşını söylemek, elbette Milli Takımımız’ın kenetlenmesini ve motivasyonunu ifade eden yurtsever bir dışavurum şeklidir... Ancak, küresel reklam kuşağından bize ayrılan zamanı "kendi kendimizi doldurup, kendimizi kendimize methetmek" ile geçirmek israftır.
Güneş bunu demek istemişti her halde... Ama "hoca dediğini yapmadı".
Daha da ileri gideyim!..
Dünya Kupası’ndan "zarar" ile dönme riskimiz de var... Sportif değil, "imaj" anlamında...
Sıra maçlara geldiğinde, bizden kaynaklanacak hırçınlık ve itiraz girişimleri, kurallar gereği hakemlerden "kart" ile yanıt bulacağı gibi, dilimizden düşürmediğimiz "fırsat"ı yüzseksen derece tersine çevirebilir.
Yani, ister sahada, ister saha dışında çok büyük sorumluluklar var millilerimizin sırtında. Hoca bizi uyarmıştı, biz de onları uyaralım.
Sezgilerim beni yanıltmıyorsa eğer, Galatasaray bu transfer sezonunun sonlarına doğru, yabancı kontenjanını ucuz ve yetenekli bir futbolcu ile dolduracak.
Sürekli bonservis ücretinden canı yanan Galatasaray, Avrupa’daki ününü ve başarılarını bu yoldan da paraya çevirmeye çalışacak.
Yani bir tür yatırım...
Bu futbolcuyu, Şampiyonlar Ligi’nde podyuma sürecek...Ve Terim’in becerisiyle yıldız yapacak. Bonservisinden para kazanacak.
Bu bir spekülasyon... Biraz da gerçeklere dönelim:
Fenerbahçe bu girişimi çoktan başlattı.
Onun da bir yabancısı var ki, takım Avrupa’da başarı sağlarsa acaip değerlenecek. Kariyer edinecek... Ve aranılan adam olacak:
Lorant...
Gerçi, Fenerbahçe’ye bir faydası olmaz ama, ona da razılar.
Fenerbahçe’nin Washington’u transfer etmesi, daha transfer sezonu başlarken tüm ağızlara fermuar çekmişti ama, dilin kemiği yok ki!..
Benim bir "dostum" var; "hasta" Fenerbahçeli...
Aslında ruhu, "hastalığı" ile "Fenerbahçeliliği" tarafından "yarış pisti" olarak kullanılan bir tip, ama ayrı hikaye.
Dedi ki, "bir şeyler eksik bu Ortega ve Almedya transferinde"
"Ne gibi"?..
"Başkan anlaştık diyor, Ortega hala İngiltere Ligi’nde oynamaktan bahsediyor. Almeyda ile iş bitmiş, bayan Almeyda’dan onay bekleniyor. Peki hanımefendi geldi, İstanbul’u beğendi... İki ay sonra yandaki manav kiraz alırken kazıklasa alıp kocasını götürecek mi" ?..
"Abartma"!..
"Evet ama, iyi kokular almıyorum ben. Bunlar süper yıldızlar. Şampiyonlar Ligi’nde çubuklu formayı giymeleri beni deli eder... Pardon iyileştirebilir... Fakat bu isteksiz tavırları kriz yaratıyor bende... Bak, Rapajc de onlara yakın kratta bir futbolcu. Geçen sezon gitmek istedi, izin verilmedi. Adam parmağını kımıldatmadı. Böyle starlar, sevgilisine koşar gibi gelmeyince randıman vermiyorlar".
Böyle dedi ve gitti... Yeşil erik mevsiminde bu kadar aklı başında tespitlerde bulunması ilginçti.
Ama ben anladım niyetini. Birincisi nazar değmesin diye böyle konuşuyor bence. İkincisi ise, Beşiktaş ve Galatasaray’ı tahrik etmemeye çalışıyor. İnsanın "biraz uçuktur" demeye dili varmıyor.
Belki de ekonomik kriz ve tekel zamları eski dostuma iyi gelmişti.
Ya da Fenerbahçe’den yediği "şokölar...
Roberto Carlos, "yüzde kırk oynasak Türkiye’ye yeter" demiş.
Yanlış bilgilendirilmiş...
Türkiye, "yüzde kırk rakamlarını" ancak "enflasyon", "maaş zammı" gibi ekonomik konularda yeterli bulabilir. Konu futbolsa; Brezilya’nın yüzde sekseni bile hava...
"İyi olacak hastanın doktor ayağına gelir" derler ya...
Trabzonspor da iyileşme yolunda.
Baksanıza Kamerun’dan kaleci alacaklar, adı İdris...
Bunu da bir "işaret" olarak algılamıyorsanız, siz Trabzonsporlu değilsiniz...
Evet... İdris, Olimpiyatta final oynayan Kamerun Milli takımı’nın 18 yaşındaki file bekçisi!... Adı önemli değil yani.
Görünüşe bakılırsa "üçbüyüklerde oynayanlar kulübü"nün son üyesi Alpay olabilir. Çünkü, Fatih Terim’in kafasındaki Galatasaray’ın ona ihtiyacı var. Bizim de, milli futbolcu ve eşi tarafından "affedilmeye".
Alpay’ın Türkiye dönmesine en çok sevineceklerin başında ben geleceğim...
Hayır!... Ne Galatasaraylıyım, ne Alpay hayranı ne de Alpay’dan Galatasaray’a fayda gelmeyeceğine inanan bir rakip takım taraftarı!..
Sevincimin nedeni, ilkellik düzeyine varan hataların geride kalması.
Hatırlayın, Alpay hangi şartlarda Türkiye’den "kaçmıştı"... Binlerce kişi, bir ağızdan çocuğun özel hayatına dil uzatmıştı.
Dönerse, bir tribün linçinin daha tarihe gömüldüğü belgelenecek.
Bence bu olay Türk Seyircisi’nin aklanması, Alpay’ın ise iade - i itibarı anlamına gelecek...
İki İngiliz holigan, İstanbul aktarmalı Japonya’ya gitmiş ve yakalanıp iade edilirken, "ne var bunda turistik bir gezi" demiş.
Yahu, turistik gezi istiyorsanız Türkiye’ye kadar gelmişken niye Japonya’ya uçtunuz. Herşeyin iyisi burada... Güneş, deniz, üstelik ucuz... Ye iç eğlen.
Holiganlığınız depreşirse "tutuklanmama garantisi" de bizden.
"Cennet"i geçip, Japon-lar’a yakalandınız.