Gerin bakalım...
Masum taraftardan tribün profesyoneline kadar cümle TC vatandaşını, analarını, avratlarını, çocuklarını gerin...
Yazın bakalım...
"Benim takıma sataşıldığında barış lafları edenler, salaktır" türünden fetvalarınızı...
Vurun bakalım...
Rakibin renklerinde kaşkol takana, çevre esnaf camlarına ve hatta arabadan kafasını çıkaran yöneticilere... Bir Mecidiyeköy’de, bir Kadıköy’de; "sarı"nın üzerinde kaşın var deyin, vurun.
Oynayın bakalım...
Hakemle, Federasyon’la, rakiple, polisle, medya ile, futbolcularla, oynayın...
Hava puslu, ortam uygun...
Adrenalin şelalelerine karşı taze insan kanı içip, sönecek ocakların dumanını tüttürmeyi hayal ederek oynayın.
Ama unutmayın...
Bu insanlar gün gelecek size inandıkları, sizi omuzlarında taşıdıkları, sizin için maddi manevi fedakarlıklara katlandıkları, sizi mazur gördükleri, okudukları, inandıkları için sizlerin varlığınızı ve "varlıkölarınızı devam ettirebildiğinizi kavrayacak ve sizleri, başlarına ördüğünüz çoraplara benzetecek...
Delik, pis kokulu ve rengi bile anlaşılamayan...
Ve yapmayın...
Sadece karnını doyurabilmek gibi masum ve geçerli bir nedenle de olsa, aslan sürülerinin yakaladıkları avı parçalamalarındaki adaletsizliği, futbol ve rekabet adına Türkiye sokaklarına, stadlarına taşımayın.
Aslında "medeniyet adına, insanlık adına, vatandaşlık adına yapmayın" ama, bütün bunlar sizin için "hiçbir şey ifade etmiyorsa" bile, en azından "başınızın derde girmemesi" için ayağınızı denk atın...
Benzerini veya bir fazlasını yaşamamak için, aptal ve kullanılan insan durumuna düşmemek için yapmayın.
Yapmayın da, tüm kışkırtıcılara, sizin enerjinizi sömürerek paye, para, statü kazananlara "hiçbir şeye yaramayan adamlar" olduklarını hiç olmazsa bu kez kanıtlayın.
NOT: Peryodik derbi depresyonlarından sonuncusu için en ciddi ve samimi duygularım bundan ibarettir. Ters Köşe’nin diğer bölümlerinde Fenerbahçe ve Galatasaray içerikli eleştiri, espri ve tespitlerin, bu perspektiften algılanmasını dilerim.
Herkes üzerine düşenleri "hakkıyla" yaptı, şimdi "meyvaları" toplama zamanı...
Gökten üç elma düştü... Birincisi Abdürrahim Albayrak’ın kafasına...
Allah korusun öbür elmalardan...
Berbat ki, berbat durumlar bunlar.
Daha göreceğimiz kimbilir neler var.
Ama, iki kişinin olayla ilgili açıklamaları, kopkoyu gecede iğne deliklerinden sızan ışık gibi geldi.
Birincisi, Galatasaray’dan Albayrak... Öfkelenmeden ve intikam aramayarak, saldırganlığın ipini koyvermek yerine asaletle göğüsledi densizliği:
"Kimseye bir şey olmasın. Kan akacaksa benimki aksın razıyım".
Diğeri; Fenerbahçe’den Atilla Kıyat:
"Bu olay, derbiyi çığrından çıkartıp, sadece sporun değil, Türkiye’nin huzuruna kasteden odakların işi olabilir" sözleriyle "hır" çıkarma heveslisi olanları bir anlamda "vatan haini" ilan etti.
Bu sözlere ve söyleyene dikkat...
Ağzından çıkanı ölçüp tartma ve boşa mermi yakmama eğitimi ile yaşayıp, eğiten durumuna yükselmiş bir amiralin, "saldırı" konusundaki bu yaklaşımı hangi taraftan olursa olsun "niyeti bozuk" insanların kulağına küpe olmalı.
Artık bilet ve bilek güreşleri değil, böyle hümanist ve keskin tavırlar bekliyoruz Kıyat ile Albayrak’ın mesai arkadaşlarından...
Futbol Milli Takımımız Dünya Kupası hazırlık maçlarının birincisi olan Ekvador müsabakasında ne kaybetti, ne kazandı?..
Niyeti neydi, kısmetine ne çıktı?..
Ekvador’dan bakınca Milli Takımımız hangi paralelde kaldı...
Bu hafta, bu konularda kişisel fikirlerimi yazmaya hazırlamıştım notlarımı...
Ben yazmasına yazardım da, kim okuyacak. Mecburen erteledim.
Hele bir derbi bitsin.
Fenerbahçe’de yeni bir başkan adayı çıkmasına neden olacak veya Galatasaray’da Mehmet Cansun’a hiçbir seçilme şansı bırakmayacak durumlar yaratılmazsa eğer, haftaya...
Şuna kısaca "niyetim yok" mu desem acaba?..
Hayır.. Hayır... Birkaç bin vuruşluk yazı kafamda.
Malatyaspor Teknik Direktörü Ziya Doğan, İstanbul’da kontratak golüyle yenildikleri ilginç maçtan sonra, başta Lucescu olmak üzere tüm "mazeret yaratma özürlülleri"ne sosyal ilişkiler ve spor etiğine ilişkin bir ders de verdi ve "Yöneticiler, hakemlerin üzerinden ellerini çeksinler" dedi.
İstanbul’da çok iyi oynayıp yenilen bir Anadolu takımının hocası tarafından maçın teri soğumadan verilen bu demeçi, bir hafta sonra bu sütunlarda tekrarlamamın sebebi, konu kıtlığından değil, unutulmasını istemediğimdendir.
Hep saçmalayanların komplo teorilerine odaklanacak değiliz ya...
"Anne... Misketlerimi vermiyor yaaa"...
"Bana ne, bana ne... O da pokemon kartlarımı sakladı".
Eğer çocuklarınızı böyle bir diyalog içinde görürseniz sakın kızmayın. Onlar ileride çok başarılı işadamları olabilir, hatta ülkemizin en büyük kulüplerinde yöneticilik bile yapabilir.
Ama ne yazık ki, bu huyları değişmeyebilir ve "önemli" günlerde depreşebilir.
Yahu, yakışıyor mu kerli ferli adamlara şu bilet kavgaları?..
Galatasaray yüzde on yerine yüzde beş vermiş, Fenerbahçe de güvenlik falan maddelerinin arkasından dolanarak bileti aynı rakamda tutuyor.
Sanki bin Galatasaraylı daha olsa Şükrü Saraçoğlu’nun 52.500 kişilik tribünlerinde, Fenerbahçe maçı kaybedecek.
Veya Galatasaray, 52 bin Fenerbahçeli’nin ucuna 2500 taraftarını yerleştirmezse yenilecek...
Bu yöneticiler ne zaman "büyüyecek"?..
"Anne... Vazoyu kırdııı"...
"Beni vazonun üzerine itti... O kırdırdı".
Çocuklarınızı böyle bir diyalog içinde görürseniz, lütfen onların yurt dışına yerleşmesini sağlayın. Çünki büyük bir ihtimalle ileride yönetici olup, insanları birbirlerine düşürebilirler.
Tamam... Bugüne kadar olaylara odaklanmada mercek kaymaları yaşadık ama, bu kadarına pes doğrusu.
Tüm meselenin merkezinde bir maç var... Lakin maçtan başka her şeyi tartışıyoruz.
Hakem kim olacak konusu bir haftamızı aldı. Biletler son dört günümüzü kararttı. Yönetici atışmaları zaten kronikleşmiş hastalığımızdı.
Takımlar, futbolcular, taktik, hocalar... Onlar sonra.
Bu derbinin bir numaralı kahramanı kim biliyor musunuz?..
Şükrü Saraçoğlu Stadı...
Baksanıza, Devlet erkanı ve bürokratlar bile stadı tavaf ediyorlar devamlı.
Hoşuna gidenler, onur duyanlar olabilir ama, Fenerbahçe - Galatasaray maçının, "Dünya’nın üçüncü büyük derbisi" seçilmesi bence utanç verici bir hadiseydi.
"Hakkımızı yediler, birinci olmalıydık" demeyeceğim elbet...
ünki bu sıralamanın referansı "rezalet"...
İngiliz erkek dergisi GQ, "önemli derbi" tanımlamasını insanların ilgisine, bu ilgiyi ise "rekabet" kılıfı içinde "olay ve gerilime" dayandırıyor.
Biz de Dünya üçüncülüğüne seviniyoruz.
O zaman Mehmet Ali Ağca’nın "Dünya’nın en iyi hedefini" vurmasıyla da övünebiliriz.
Ve Mustafa Denizli konuştu... Ümit Zileli’nin TRT’deki programında konuşup, "konuşmama" sebebini şu fıkra ile anlattı:
"Hasreddin Hoca kuş almaya gitmiş. Bir papağanı beğenmiş, fiyatının 300 kuruş olduğunu duyunca nutku tutulmuş. Dönüşte eve eli boş gitmemek için bir hindi alayım demiş... Ama onun fiyatı da 600 kuruş... Dayanamamış Hoca:
-Yahu, bu ne biçim fiyat... Hem uçan hem de konuşan kuş bundan ucuz.
Hindi satıcısı cevabı yapıştırmış;
-Hocam, o kuş uçup konuşuyor ama bu da düşünüyor."
Mustafa Hocam, istediği kadar düşünsün, hindiyi yılbaşı civarı kesiyorlar, papağanlar ise yüz yıl boyunca paşalar gibi besleniyor.