Türkiye ile ABD arasında 1 Mart tezkeresine bağlı olarak yapılan, ancak tezkere reddedilince uygulanamayan mutakabat belgesini dört günlük bir yazı dizisi olarak yayımladık.
Bu belge, 1 Mart tezkeresi öncesinde ve sonrasında yaşanan tartışmalara ışık tutar nitelikteydi. 1 Mart tezkeresinin oylanmasından önce kapalı oturumlarda dahi TBMM üyelerinin bilgisine sunulmayan bu mutakabat zaptındaki hükümler, Ankara'nın müzakere sürecinden başarılı çıktığını kanıtlıyor. Türkiye'nin, 'kırmızı çizgi' olarak tanımladığı, dahası savaş nedeni sayacağını belirttiği birçok kaygısını, bu belge ile güvence altına aldığı da ortaya çıktı.
1 Mart tezkeresinin geçmesini savunmak veya karşı olmak, belgelerle kanıtlanan bu gerçeği değiştirmez. Bu belgenin oluşturulması sürecinde başta Türk heyetine başkanlık eden Büyükelçi Deniz Bölükbaşı olmak üzere heyette görev alan diğer sivil - asker yetkililerin başarısını teslim etmek gerekir. Anlaşmanın siyasi ve ekonomik boyutları da kamuoyuna tam olarak yansıyınca bu başarının büyüklüğü daha da iyi anlaşılacaktır.
Gazeteci tarihe tanıklık eder. Tanıklığına dayanarak tarih yazabilir, ancak tarih yapamaz. Ama bazı yazarlarımız bu ikisini birbirine karıştırınca; tarihi yazmak yerine yapmaya kalkışınca garip bir durum ortaya çıkıyor.
Milliyet bu belgeyi yayımlayınca, bazı köşelerde olduğu gibi... Bu süreçte gazeteci sıfatıyla tarih yapmaya kalkanların, bu belgeyi görünce, telaşla gerçeği çarpıtmaya, yok saymaya yönelmeleri doğal. Bu çabanın nedenine gelince...
Başlıca neden, 1 Mart tezkerisinin reddedilmesi ve sonrasında Irak ve Kuzey Irak'ta Türkiye aleyhine hızlanan gelişmelerin sorumluluğundan hükümeti kurtarma amacıdır.
Anımsanacağı üzere o süreçte de hükümet, sorumluluğu Genelkurmay'a ve Milli Güvenlik Kurulu'na yıkma gayreti içindeydi. Bu gayret yeni bir tezkere tartışmasının yaşandığı bugünlerde de gözleniyor.
Oysa, tezkere ve sonuçlarının sorumluluğu doğrudan siyasi otoritededir. Askerin arkasına saklanarak veya kaçarak, bu sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir. Yayımladığımız belge, ortaya koymuştur ki; Dışişleri ve Genelkurmay yetkilileri üzerlerine düşeni yapmıştır. Sanki hükümet 1 Mart tezkeresinin geçmesini istemiş de asker istememiş gibi bir izlenim vermek, gerçeği çarpıtmaktır. Tezkerenin Meclis'ten geçirilmesi askerin değil hükümetin görevidir. Geçirilmesinin veya reddedilmesinin sorumluluğu da siyasi otoriteye aittir. Hükümet o dönemde takiye alışkanlığı ve parti içi çekişme nedeniyle tezkerenin geçmesini istiyormuş gibi yapmış ancak geçmesi için gerekli çabayı göstermemiştir. Yol açtığı iç politik gelişmelerden ve faturanın askere çıkarılması çabalarından da memnun kaldığı söylenebilir.
Ancak, ortaya çıkan sonuçlar pabucun pahalı olduğunu gösterince, bu kez, ABD'nin asker talebi karşısında durumu telafi etmeye yönelmiştir. Bu yönelişin de samimi olup olmadığı belli değildir. 1 Mart sürecini anımsatır şekilde, kararı asker ve MGK verecek, hükümet de uyacak, biçiminde izlenim veren açıklamalar, "yine takiye mi" sorusunu gündeme getirmektedir.
Mutabakat müzakereleri sürecinde ABD'nin Ankara ile Kuzey Irak'taki Kürt gruplar arasında ikili oynadığına ilişkin yorumlarımla, askerin rahatsızlığına ilişkin haberimin, mutabakat belgesini konu alan dizi yazı ve yorumlarla çeliştiği iddialarına gelince...
Müzakere bir süreçtir. 1 Mart tezkeresine ilişkin mutabakat müzakereleri haftalar almıştır. Doğal olarak inişler-çıkışlar yaşanmıştır. Bu süreçte ABD'nin ikili oynadığı, Ankara'dan çok, Kuzey Irak'taki Kürt grupları kolladığı gerçektir. Yine müzakerelerde o gün de tartışıldığı gibi ABD'nin Kuzey Irak'taki gruplara uçaksavar dahil ağır silahlar vermek istemesi, silahları toplamaya yanaşmaması askerde rahatsızlık yaratmıştır. Bu da gerçektir. Bu süreçte yansıyan bu haberlerin ABD'nin öteki yüzünü açığa çıkardığı ve görüşmeci taraflar üzerinde baskı oluşturduğu da gerçektir. Ancak sonuçta ortaya çıkan belge Milliyet'in yayımladığı belgedir.
Ve belge göstermektedir ki; ikili oynayan, KDP ve KYB'yi koruyan, Türk askerinin Kuzey Irak'a girmesine başından beri karşı olan ABD, Türkiye'ye duyduğu ihtiyaç ve Türk heyetinin başarılı müzakereciliği karşısında, Ankara'ya istediklerini veren, Kuzey Irak'ı kontrol etmesine olanak sağlayan bu anlaşma metnine razı olmuştur.
Bu köşede savunulan görüşlere gelince...
ABD'nin Irak'ı işgali haksızdır. İşgal gerekçelerinin bahane olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak işgal gerçektir. Ankara açısından izlenmesi gereken en doğru yol, Türkiye'nin ABD'den bağımsız olarak, Irak ve Kuzey Irak'la ilgili politik hedefini kararlaştırması ve bu kararı gerekirse askeri güçle destekleyip uygulaması olurdu. Bu yapılamamıştır. ABD'nin yedeğinde, ABD için Irak'a girmek değil Türkiye'nin ulusal çıkarları için gereken siyasi ve askeri ağırlığını ortaya koyarak hareket etmek en doğru yol olur. Bu bugün de geçerlidir. Türkiye yapabiliyorsa, kendi çıkarlarını koruyacak ve gelecekte belirleyici olabilecek bir güçle devreye girmelidir.