Doğa bazen öyle bir güçle gelir ki üzerinize, aklınızın yettiği yerde canınızı, canlarınızı kurtaramazsınız.
Hele doğa, gücünün ölçüsünü daha önce vermemişse, insanın yapacağı fazla birşey yoktur.
Doğa veya üstüne tapınıp
"kader" demekten başka.
Ama doğanın gücü hakkında fikriniz varsa...
Ölçülerini daha önce size sızdırmışsa...
O zaman insan aklının yettiği kadar o güce direnebilir.
Deprem, doğanın yüzyıllardır ölçülerini verdiği olaylardan biridir.
Ölçeği mevcuttur.
İnsan, doğanın bu ölçüsü bilinen gücüne kadar aklını, bilimini, deneyimini kullanarak
"can korunakları" geliştirmiştir.
Hangi bölgenin hangi deprem kuşağında olduğunu, hangi kuşakta hangi dirençte bina yapılması gerektiğini, hangi inşaatta hangi malzemenin kullanmasının zorunlu olduğunu belirlemiştir.
Ama gelin görün ki, doğadan aldığı bilgiyi can değil mal edinmeye yöneltmiş toplumlarda doğa olduğundan güçlü, insan olduğundan güçsüz kalır.
İşte Türkiye'nin en fazla gelişmiş, en fazla sanayileşmiş, en fazla kentleşmiş, en fazla eğitilmiş yörelerinden deprem manzaraları...
Henüz mühendislik hesaplarıyla karşılaşmamış ilkel toplumlardaki görüntülerle aynı...
Yerle bir olmuş yüzlerce bina...
Her seçimde bir oya çıktıkları
"kat"ların altında can vermiş vatandaşlar.
Araba krikosuyla enkaz kaldırmaya çabalayan insanlar.
Biri çökmüş, biri ayakta yanyana binalar.
Kuşbakışı
"malzeme hırsızları"nı yakalayan görüntüler.
Mal hırsızlığının, can hırsızlığına nasıl dönüştüğünün kanıtları.
Doğaya karşı yapacak çok şey varken, yapmamışlığın yüzsüzlüğü.
Demir, çimento, ruhsat zengini, insan fakiri manzaralar.
Doğanın işini kolaylaştıran
"taşeron cenneti" Türkiye manzaraları...
Malzeme üstte, can altta...
Doğa ve insan, Türkiye'de bir başka...
Yazara E-Posta: fbila@milliyet.com.tr