Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Fikret BİLA

SİYASET hukuk yapar, hukuk siyaset yapamaz. Siyaset yaptığı hukuku değiştiremiyorsa, ona uymak zorundadır. Bu nedenle hukukun siyasetten çekinmemesi, korkmaması, ürkmemesi gerekir. Yargının, özellikle de yüksek yargının bu bilinçle çalıştığı varsayılır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin amacı da budur. Sav - savunma - yargı üçlüsünün bu güvence altında çalışması "adalet" için asgari koşuldur.
Yüksek yargı organlarının kararları ve mensupları eleştirilirken bu ilke ve nitelik göz önünde bulundurulmalıdır. Yüksek yargı organlarının mensupları mesleklerinin zirvesine ulaşmış hukuk adamlarıdır. Bu organların kararları da hukuk literatürü açısından değer taşıyacak önemdedir. Yüksek yargı organlarının kararlarını siyasi rüzgarlara göre verdiklerini öne sürmek çok ileri bir iddiadır. Son olarak Anayasa Mahkemesi'nin RP hakkında verdiği kapatma kararını eleştirirken bu özenin gösterilmediği gözleniyor. Sadece çoğunluk kararına dönük eleştiriler değil, azınlık görüşüne dönük eleştiriler yapılırken de hukuki dayanaklar yerine siyasi dayanakların esas alındığı anlaşılıyor. Oysa, yüksek yargı organlarında alınan çoğunluk kararları gibi birçok azınlık görüşü de hukuk fakültelerinde ders notu olarak okutulacak kadar bilimsel değer taşımıştır.
Bu gerçeğe karşın RP'nin kapatılması kararına ve muhalefet görüşüne yöneltilen eleştiriler hukuki olmaktan çok, kişisel özelliklere yönelmiştir. Örneğin, azınlık görüşünün sahipleri olan Anayasa Mahkemesi üyeleri Haşim Kılıç ve Sacit Adalı'ya dönük eleştirilerde hukuki bir yaklaşım yoktur. Sayıştay ve YÖK kökenli olmalarının hukuk bilgilerinin olmadığı biçiminde sunulması yerinde bir yaklaşım sayılamaz. Bir yüksek yargı organı olarak Sayıştay'da alınan eğitimin üzerine, beş yıllık Sayıştay ve yedi yıllık Anayasa Mahkemesi üyeliği yapan birinin hukuktan nasibini almadığını öne sürmek zorlama bir iddiadır.
Bu nedenle eleştirilerin gerekçeli karar ve karşı oy yazıları açıklandığı zaman hukuki çerçevede yapılması isabetli olacaktır.
Mahkeme üyelerinin kökenleri değil ama, karar özetine ilişkin tartışmalar konuya ışık tutacak niteliktedir. Örneğin, Yüksek Mahkeme'nin RP'yi kapatma kararı vermeden önce Siyasi Partiler Yasası'nın 103. maddesinin ikinci fıkrasını iptal etmesi hukuki açıdan tartışma yaratmıştır. Gerekçeli karar açıklandığında bu konu da daha net olarak aydınlanacaktır.
Ancak, 103. maddenin ikinci fıkrasının ortadan kaldırılması sadece RP'nin değil, diğer siyasi partilerin de tartışması gereken önemde bir karardır.
RP'nin kapatılmasıyla ilgili yönü ise tartışılıyor.
Örneğin, gerekçeli karar Resmi Gazete'de yayımlanıncaya kadar maddenin yürürlükte olduğu görüşünden hareketle, "Acaba Yüksek Mahkeme'nin bir ara kararla 103. maddeye ilişkin kararını açıklayıp, hatta Resmi Gazete'de yayımlattıktan sonra, RP ile ilgili kararını vermesi daha uygun olmaz mıydı?" sorusu ortaya atılıyor.
Bu soruya RP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül şu karşılığı veriyor:
"Bize göre Anayasa Mahkemesi madem 103. maddeyi Anayasa'ya aykırı buluyor ve uygulanamaz görüyorduysa, bu kararını açıklamalı ve maddeyi yürürlükten kaldırdıktan sonra, davaya devam etmeliydi. Şu anda madde yürürlükte ama, Yüksek Mahkeme RP savunmasının esasını oluşturan bu maddeyi yok sayarak karar vermiş oluyor. Eğer Yüksek Mahkeme bu maddeyi iptal ettiyse veya yürürlükte olmadığına karar verdiyse, önce bu kararını yürürlüğe sokması gerekirdi. Bunun için de 103. maddeyle ilgili kararın Resmi Gazete'de yayımlanması gerekirdi." Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı açıklanmadığı için sorunun yanıtı tam olarak bulabilmek zor.
Ancak kesin olan şu ki, Yüksek Mahkeme'nin kararı ve mensupları, gerekçeli kararın açıklanmasından sonra ve mutlaka hukuki ölçülere göre bir eleştiriye tabi tutulurlarsa, daha sağlıklı tartışmalar yürütmek mümkün olacaktır.

Yazara EmailF.Bila@milliyet.com.tr