Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçtiğimiz hafta bu köşede, Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında nükleer tehlike konusunu kapsamlı şekilde işlemiş, tehdidin de ne kadar ivedi olduğunun ipuçlarını vermiştim. Hafta içerisinde NATO’ya üye ülkelerin savunma bakanları, Brüksel’de bir araya geldi.

İki gün süren toplantının kuşkusuz en gizli, en gizemli ve en önemli bölümü Nükleer Planlama Grubu’nun (NPG) oturumuydu. Uzun bir aranın ardından iki saat süren NPG oturumundan her zaman olduğu gibi hiçbir bilgi sızmadı. NATO’nun en mahrem oturumu olduğunu söylesek yeridir.

Haberin Devamı

1966 yılında kurulan NPG, müttefikler arasında nükleer doktrin ve tehditler hususunda danışmalarda bulunuyor. Fransa dışında İttifak’a üye tüm ülkeler, bu çalışma grubunda yer alıyor. Fransa’nın nükleer doktrini ABD ve İngiltere ile örtüşmüyor değil. Ancak nükleer silahların kullanımı konusundaki emir-komuta yapısı oldukça kendisine has.

Rusya’nın kısa vadede taktik nükleer başlık kullanmayacağı anlaşılmasına rağmen, ABD ve İngiltere öncülüğünde NATO’nun teyakkuz halinde olması son derece doğal. Zira Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bugüne kadar birçok Batı ülkesinin yapmayacağını iddia ettiği, cesaret edemeyeceğini söylediği neredeyse her şeyi yaptı, Ukrayna’ya işgal etmeye çalışmak da dahil...

Ancak, Avrupa’da nükleer tehdit konusu artık bir sohbet, bir “muhabbet”, bir “mavra” meselesi oldu, hatta bazı siyasilerin ağzında sakız haline geldi.

Nükleer caydırıcılığın iki ayağı bulunuyor. Birinci ayağı askeri, yani fiili imkan ve yeteneğe dayalı olan caydırıcılık. Diğeriyse siyasi ve diplomatik diyaloğa dayalı... Buna da “nükleer diyalog” deniliyor. Nükleer diyalog, belirsizliğe endekslidir ancak her bir tehdit seviyesinin bir aşaması, diyalog yöntemi ve bir mesaj içeriği vardır. Bu mesajlara dayalı olarak da askeri cevabı vardır.

Macron’un sözleri

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 12 Ekim’de Fransız devlet kanalı “France2”ye verdiği demeçte, Rusya’nın nükleer silah kullanma ihtimaline karşılık ülkesinin bu tür bir saldırıya nükleer değil konvansiyonel yöntemlerle yanıt vereceğini açıklayarak, NATO’ya üye ülkeler arasındaki nükleer belirsizlik politikasına son vermiş oldu. Macron’un açıklamaları NATO nezdindeki nükleer güç ve DCN olarak adlandırılan çifte imkan ve yeteneğe sahip ülkelerce ok garip karşılandı.

Haberin Devamı

Mcron’un sözlerinin eleştirilmesi sadece caydırıcılık politikasını sulandırmasından kaynaklanmıyor. Macron, bu sözleri, Fransız kamuoyunda varolan nükleer tedirginliği gidermeye çalışırken sarf etti. Fransa’da nükleer silahlar Cumhurbaşkanı’nın emrinde ve sadece onun tarafından ateşlenebiliyor. Zaten Fransa, bu yüzden NATO’nun NPG grubuna dahil değil. Ancak Macron’un sözlerindeki asıl sorun, henüz nükleer silaha sahip olmayan ülkeleri bu tip silahlara teşvik etmesi.

Öte yandan, Avrupa Birliği (AB) Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de Belçika’nın Brugge kentinde bulunan ve “AB’nin Mülkiye”si diye adlandırabileceğimiz Avrupa Koleji’nde yaptığı konuşmada, Rusya’nın nükleer tehdidi konusunda mangalda kül bırakmadı. Borrell, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı nükleer silah kullanması halinde AB, NATO ve Batılı müttefiklerin askeri açıdan çok güçlü bir yanıt vereceğini ve Rus ordusunun yok olacağını söyledi.

Haberin Devamı

Tırnak makası da yok!

Oysa NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in aksine Borrell’in emrinde bir tane asker, tüfek, hatta Rusya’ya karşı savaşmak üzere bir tane tırnak makası bile yok. Borrell, ABD ve NATO’dan aldığı siyasi destekle bu genç yaşında kendini birden nükleer delikanlı sandı.

Nükleer söylem, ne Emmanuel Macron gibi ihaneti ne de Borrell gibi delikanlılığı kaldırır. Nükleer diyaloğun reytingi olmaz, sosyal medyada tıkı hesaplanmaz çünkü çok tehlikelidir. Diklenmeye, didişmeye gelmez. Nükleer diyalog ağızlarda sakız olacak bir mesele değil. Zaten ciddi ülkeler de bu hususta muğlak ifadeler kullanıp, belirsizlik politikasını sürdürmeyi tercih ediyorlar.

Almanya’nın fendi Fransa’yı yendi mi?

NATO’ya üye 14 ülke ile üye olmak üzere olan Finlandiya’nın savunma bakanları, Avrupa Sema Kalkanı (ASK) girişimi için bir niyet mektubu imzaladı. Girişime önderlik eden Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht’e İngiltere, Belçika, Bulgaristan, Hollanda, Norveç gibi NATO müttefikleri kaltıldı. Fransa ve İtalya ise yer almadı. Zira Almanya, Avrupa’nın füze kalkan sisteminin mimarisini ABD, Almanya ve İsrail füze savunma sistemlerinden oluşturdu.

Üç katmanlı hava savunma sisteminin düşük irtifalı katmanı Alman “İris-T” füzeleriyle, orta irtifası İsrail “Arrow” füzeleriyle, yüksek irtifa ve menzilli füzeler de ABD’nin “Patriot MİM 104F”iyle sağlanacak. Almanya kendi İris-T hava savunma sistemini satacak, diğer üyeler de ABD ve İsrail’den sistem satın alacak. Avrupa Sema Kalkanı’nda biraz gedik veya açık olursa da Norveçliler’in NASAMS’ıyla kapatılacak. AB’nin iki motor ülkesi olarak bilinen Fransa ve Almanya’nın bu projede omuzdaş olmamaları bir çok kişinin dikkatini çekmiyor değil. Oysa Fransa ve İtalya, Eurosam’ın ürettiği SAMP-T veya MAMBA ile pekala katılabilirdi. Fransa, Almanya’nın bu girişiminden pek hoşlanmadığını diplomatik bir dille ifade etti. İngiltere’nin AB’den ayrılmasının ardından Fransa’nın nükleer şemsiyesini Almanya ve AB’ye teklif eden Paris, red cevabı almıştı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’in de Rusya-Ukrayna savaşında ABD ve Almanya’dan yana tavır sergilemesi, Macron’u rahatsız etmiyor değil. Buna rağmen, AB veya Avrupalı müttefikler arasında bir ayrışmadan bahsedilemez. Sadece Almanya her fırsatta, sadece kendi ulvi ve ulusal çıkarını gözetiyor. Enerji politikasında olduğu gibi, şimdi de savunma politikasında aynı tavrı sergiliyor.