Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçtiğimiz hafta yazdığım gibi Fransa ile Almanya arasındaki ilişkiler oldukça ‘limoni’. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ülkesinin güvenliği ve ekonomik refahı için Fransa’yı eskilerin deyimiyle istiskal ederek, kendi başına savunma, enerji, güvenlik, ticaret ve havacılık alanlarında Avrupa Birliği’nin (AB) veya Fransa’nın çıkarlarıyla örtüşmeyen bir dizi girişimde bulundu.

Fransa ile Almanya arasındaki görüş ayrılıkları Avrupa ve dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la Olaf Scholz geçtiğimiz çarşamba günü Paris’te bir araya geldiler. Ancak görüşmeler hiç de iyi geçmedi. Almanya Başbakanının sözcülük makamı görüşmenin ardından ortak bir basın toplantısının düzenleneceğini açıklamıştı. Bu olmadı. Macron’la görüşmesine kalabalık bir heyetle katılan Scholz anlaşılan Macron’un ‘üstünsü bakışı, kendini beğenmiş tavrı’ ve zaman zaman da azar niteliğinde üslubuyla karşı karşıya kalmış. Neticede ikili ilişkileri yeniden canlandırma konusunda bir mutabakata varamamışlar. İkilinin anlaştığı bir konu yok değil. Zira Paris ile Berlin ilişkilerini yeniden canlandırmak için ortak bir ‘düşman’ üzerinde mutabakata varmışlar sanki. Keza iki ülkenin lideri de, ABD’nin yerli mal kanunu olan ‘Buy American’ ve enflasyonu düşürme sözleşmesini ağır bir dille eleştirdi.

Haberin Devamı

ABD Başkanı Joe Biden, özellikle Asya’da yatırımları olan Amerikan şirketlerini yeniden ABD’de üretim yapmaya teşvik etmek amacıyla önemli bir teşvik paketi koydu yürürlüğe. Ancak Fransa ve Almanya’ya göre bu teşvik paketi ile ABD, cari açığı azaltmaya yönelik enflasyonla mücadele sözleşmesinin uluslararası ticaret politikalarına aykırı düşüyor. Haksız rekabete neden olduğunu savunan Fransa ve Almanya, ABD’ye karşı yaptırım uygulayabilecekleri konusunda ortak bir açıklama yaptı. Paris ve Berlin’in uyarılarının neredeyse ültimatom niteliğinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ültimatomu mübalağa olarak addedenler en azından ihtar kelimesini eleştirmezler diye düşünmüyor değilim. Aslında ABD’nin yaptığı, AB’nin Kovid sonrası tedarik zinciri konusunda gerçekleştirdiği stratejik otonomi politikasından pek de farklı değil. Biden’in ‘Buy American’ kampanyası çerçevesinde ABD’li firmaların Amerika’da üretimde bulunmaları için dağıtmış olduğu teşvikler de bu şekilde değerlendirilebilir. Fransa ve Almanya’nın eleştirileri ne kadar haklı o başka bir tartışma.

Haberin Devamı

Transatlantik ilişkileri hançerlemek

Zamanlama kötü

Asıl mesele Rusya-Ukrayna savaşı esnasında Paris ve Berlin’in Washington’a karşı böyle bir açıklamada birleşmeleri ve eleştirilerinin zamanlaması. Macron-Scholz açıklaması sanki Transatlantik cephede çatlak sesin oluştuğu intibası yaratmıyor değil. Fransa ve Almanya aralarından aslında su sızmadığını göstermek amacıyla ABD’ye karşı cephe aldılar. Bu cephe almanın usulü ve zamanlaması iyi değil. Zira Rusya ile Çin bu ayrışma ve cepheleşme sürecinden fevkalade yararlanabilir. Washington yönetimi sütten çıkmış ak kaşık değil elbette. Ancak var gücüyle Ukrayna’ya maddi ve askeri mühimmat yardımında ve istihbarat paylaşımında bulunuyor. Savaş Avrupa kıtasında meydana gelse bile, ABD, Avrupa kıtasının güvenliği için Trump döneminin aksine sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunu her safhada gösterdi.

Haberin Devamı

Neticede Fransa ve Almanya’nın bu çıkışı Transatlantik ilişkileri henüz hançerlemez, ancak kalıcı nitelikte etkileri olabilir. ABD’deki ara seçimlerin neticesi de Ukrayna-Rusya savaşı, ABD’nin Asya politikası ve tedarik zinciri açısından son derece önemli. Fransa ve Almanya’nın ABD’ye yönelik tavrı iç politikada sıkıştığı vakit Türkiye’ye saldıran Yunanistan başbakanının tavrını andırmıyor değil. Ancak bu usul ve bu tavırdan yapıcı bir sonuç çıkmaz.

Enerji Şartı Antlaşması tarihe karışmak üzere

Aslında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un AB liderler zirvesinde Fransa’nın Enerji Şartı Antlaşmasından (ECT) çekileceğini açıklamasıyla yeniden gündeme geldi. Yazmanlığı Brüksel’de olan, dönem başkanlığı ise halen Moğolistan tarafından üstlenilen Enerji Şartı Antlaşması 17 Aralık 1994 tarihinde Portekiz’in başkenti Lizbon’da imzalandı, 1998’de de yürürlüğe girdi. Türkiye, bu şarta taraf olan 51 devlet arasında bulunuyor. Ayrıca ABD, Çin, Suudi Arabistan gibi toplam 19 devlet de gözlemci statüsüne sahip. Basitleştirmiş bir şekilde anlatmak gerekirse, antlaşma, Avrupa ülkelerinin Sovyetler’den bağımsızlığını kazanan ülkelere enerji alanında yapacakları yatırımları korumayı hedefliyordu. Bu sayede eski Sovyetler’de yatırım yapan Batı ülkelerinin yatırımları güvence altına alınıyor, kaynaklara erişim sağlanıyor, ayrıca kamusallaştırma veya rejim değişikliklerine karşı da teminat altına alınıyordu.

Ancak ECT’ye yönelik olarak bir çok eleştiri vardı. Çevreciler, ECT’nin fosil enerji kaynaklarını teşvik eden nitelikte olduğunu ileri sürerken, AB’ye üye ülkeler arasında da anlaşmazlık vardı. Kömür işletmelerini tamamen kapatma kararı alan Hollanda, ECT gereği Almanya’nın açtığı davalarla karşı karşıya kaldı. İspanya, fosil enerji kaynağını işleten şirketlerin açmış olduğu davalarda toplam 850 milyon Euro’ya yakın tazminat ödemek mecburiyetinde kaldı. Avrupa Adalet Divanı (ABAD) ECT’nin anlaşmazlıkları halletme yönteminin hukuken sağlıklı olmadığını ve AB müktesebatıyla uyuşmadığını dile getirdi. Bu çerçevede İtalya’nın ardından Hollanda, Polonya ve İspanya da antlaşmadan geri çekileceklerini açıkladılar. Lüksemburg da Fransa’ya katılarak ECT’den çekileceğini bildirdi. Almanya ve Belçika da bu antlaşmadan çekilmek üzere istişarelere başladığını duyurdu. Zamanında çok iyi niyetle başlayan ECT, ‘Zeitgeist’, yani zamanın ruhuna uyum sağlayamadı. Hal böyle olunca da medeni ülkeler, teker teker bu antlaşmadan ayrılıyorlar. Macron’un ECT’den çekilme kararı da aslında uyarıcı nitelikte oldu.

Transatlantik ilişkileri hançerlemek