Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

43 yıl önce bugün 12 Eylül 1980 Cuma günü silahlı kuvvetlerin ihtilaliyle demokrasiye ara verilmişti.

“Çok çetin” geçecek bir ara!..

Süleyman Demirel’in başbakan olduğu azınlık destekli AP (Adalet Partisi) hükümeti iktidardaydı.

İhtilal gecesi merhum Demirel’in son konuşması benimleydi. Biz konuşurken telefon kesildi. Demirel’e bir daha ulaşılamadı.

Bana söylediği son kelimeler şöyleydi:

“Başka ordum yok. Bu bizim ordumuz.”

Çok uzun bir gün yaşamıştık. Yorucu, sinirlerin yıprandığı, belirsizliklere cevap aranan ama özellikle komutanlara ulaşılamayan bir gün…

Haberin Devamı

İhtilalin giderek yaklaşan ayak izleri o gün duyuluyor ama bir şey yapılamıyordu.

Gabriel Garcia Marquez’in ünlü “Kırmızı Pazartesi” kitabındaki gibi…

“Olacağın (cinayetin) olmakta olduğunu herkesin görmesi ama önleyecek hiçbir şey yapamaması” çaresizliği yaşandı o gün.

Bir “Kırmızı Cuma” denilebilir…

12 Eylül ‘Kırmızı Cuma’...

MİT’TEN SIZINTI

O zamanlar Fransız “Le Figaro” gazetesi çizgisinde diyebileceğimiz en çok satan iki gazeteden biri olan Tercüman’ın Genel Yayın Yönetmeniydim.

Saat 10’daki sabah toplantısı için yazı İşlerinin bulunduğu kata inmiştim.

Haber müdürü merhum Erol Dallı “Asker bugün darbe yapacakmış” dedi.

Yazı işleri masasında bir dalgalanma oldu.

Dallı’ya sordum.

“Kaynak?”

“MİT” diye fısıldadı.

Her kesimden kaynakları olan Erol Dallı daha önce Cumhuriyet’in yazı işleri müdürüydü.

Yeni İstanbul Gazetesi’nde genel yayın yönetmenliği yapmıştı. Yani deneyimli, sorumluluk bilinci olan değerli bir gazeteciydi.

“Durum ciddi” uyarısıyla, söyleminin arkasında durdu.

12 Eylül ‘Kırmızı Cuma’...

İhtilali kara, hava, deniz ve jandarma komutanlarıyla birlikte yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren.

DEMİREL İLE KONUŞUYORUM

Arkadaşlarla gazetenin planlamasını yaptıktan sonra üst kattaki odama çıktım.

Doğrudan Başbakan Süleyman Demirel’i aradım.

Erol Dallı’nın adını vererek “Bugün ihtilal oluyormuş” söylemini ilettim.

“Size de böyle bir haber geldi mi?”
diye sordum.

Hiç duraksamadan “Yo hayır… Böyle hiçbir haber yok” cevabını verdi.

“Ama baktıracağım” dedi.

Ben de “araştıracağımı” söyledim.

Haberin Devamı

Demirel görüşmemizi “şüphe tohumları” atarak noktaladı:

“Ama gene de o dediğin şeyi kesinlikle yapmazlar diyemem!..”

ANKARA’DA YAPRAK KIMILDAMIYOR

Öğleye doğru Demirel ile bir kez daha konuştuk.

Bu arada Erol Dallı konunun üzerine yoğunlaşmıştı. Muhabirleri yönlendirmişti.

Bana “Maltepe’den askeri araçlar
şehre doğru hareketlenmiş, yoldalar”
bilgisini vermişti.

………………….

Gazetenin sahibi Kemal Ilıcak gelmişti.

Durumu bildirmek üzere onun odasına geçtim.

Bir değerlendirme yaptık. “Demirel ile konuşmaları sürdürmekte” fayda gördük.

Kemal bey de Ankara’daki üst düzey dostlarından bilgi almaya çalışacaktı.

Ayrıca…

Ankara Temsilcimiz Yavuz Donat ile sürekli temastaydık.

Ankara’nın nabzı Yavuz’un parmaklarında atar.

“Hâlâ da öyle” diyebilirim.

Ancak Yavuz’a gelen “ihtilal” gibi bir haber, bir “işaret” yoktu.

Tercüman’ın kardeş kuruluşu Akajans’ın patronu, dostumuz, merhum Uğur Reyhan’da da…

Odamdan Demirel’i bir kez daha aradım.

“Maltepe’den askeri araçların ve birliklerin şehre doğru hareketlendiği” yolundaki haberi bildirdim.

Haberin Devamı

“Valla burada yaprak kımıldamıyor”
cevabını aldım.

Ne ilginçtir ki MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) bağlı olduğu başbakana ihtilal için bilgi vermemişti, vermiyordu.

Ama gazeteci Erol Dallı -kendi ifadesine göre- MİT’teki kaynağından bilgi sızdırabilmişti.

………………….

Demirel konuşmamızın ilerleyen dakikalarında “Ragıp Paşa (Uluğbay) ile konuştun mu?” diye sordu.  Orgeneral Ragıp Uluğbay (eski bakanlardan Hikmet Uluğbay’ın abisi) ablamın eşiydi.

İşyerlerimizdeyken konuşmazdık.

İşlerimizle ilgili de konuşmazdık.

Bu bizim aile geleneğimizdi.

Ama bu defa “kişisel meslek konusu” değil, Türkiye insanının tamamını ilgilendiren “askeri müdahale” söz konusuydu.

Ablam merhume Sevgi’yi aradım.

“Fevkaladelik olduğunu, ihtilalden söz edildiğini, kendine dikkat etmesini” söyledim.

“Dışarıya çıkmaması” için uyardım.

Kaygıyla “Paşa nasıl?” sorusunu yönelttim.

Çünkü bir darbe macerasının ona zarar vermesinden kaygı duyuyordum.

Ablam “Öyle olağan dışı bir havasının olmadığını” söyledi.

Ama giderken “Bu akşam geç gelebilirim, siz yemeği yiyin, beni beklemeyin” dediğini ekledi.

Daha da pirelenmiştim.

DEMİREL İLE ÜÇÜNCÜ KONUŞMA

Saatler ilerliyordu.

Sanıyorum 14 ya da 15’ti.

İstanbul’da askeri araç geçişleri yoğunlaşmıştı.

Her taraftan gelen istihbarat “askerde hareketlenmeydi.”

Başbakan Demirel’i gene aradım “Ragıp Paşa’yla konuşamadığımı. Ankara büromuzdan arkadaşların da Genelkurmay’da ve kuvvet komutanlıklarında yakınlık kurdukları komutanları aradıklarını, onların da ulaşamadıklarını” bildirdim.

Ankara’da hâlâ hareketlenme yoktu ama dönemin Milli Savunma Bakanı Ahmet İhsan Birincioğlu “Bazı komutanlarla konuştuğunu, her şeyin normal göründüğünü” bildirmiş Demirel’e.

Demirel, eski Milli Savunma Bakanları’ndan Ahmet Topaloğlu’na güvenirdi. “Ona da komutanların bir nabzını yokla, bak bakalım böyle bir ihtilal havası koklayacak mısın?” demiş.

Ama Topaloğlu hiçbir komutana ulaşamamış.

“Komutanım toplantıda” cevaplarıyla karşılaşmış. Tam bir alacakaranlık…

EVREN ÇANKAYA’DA

Süleyman Demirel “Bu akşam Genelkurmay Başkanı saat 17’de İhsan Sabri beye gelecek. İhsan Sabri bey de ağzını arayacak” dedi.

Her cuma akşamı 17’de Cumhurbaşkanlarının Genelkurmay Başkanı’nı Çankaya Köşkü’nde
kabulü bir gelenekti.

TBMM aylardır cumhurbaşkanı seçemediği için, İhsan Sabri Çağlayangil, senato başkanı olarak cumhurbaşkanına vekalet etmekteydi.

Kenan Evren ile görüşmesinden sonra izlenimini Demirel’e bildirecekti.

O yıllarda gazeteler bir gün sonrasının gazetesini akşamüstü İstanbul’da satışa çıkarırdı.

Gazeteci jargonuyla “meyhane baskısı…”

Saat 18’e doğru yazı işlerinden ve idareden “bizim meyhane baskısını taşıyan dağıtım kamyonlarına askerlerin Topkapı’da el koyduğu” haberi verildi.

Gazete binamız Topkapı’daydı.

Askerin buraya kadar gelmiş olması, gazete dağıtım kamyonlarına el koyması garipti.

Gerçi sıkıyönetim nedeniyle asker yetkiliydi ama bu işler için polisi kullanırdı.

Artık söylentiden çıkıp fiile dönüşen durum açıkça görünüyordu.

12 Eylül ‘Kırmızı Cuma’...

Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit 12 Eylül öncesi Genelkurmay’dan çıkarken...

DEMİREL İLE DÖRDÜNCÜ TELEFON

Yazı işlerinde bir toplantı daha yaptım.

Hiçbirimiz eve gitmeyecektik. Daha sonraki gelişmelere göre gazeteyi yeniden yapacaktık.

Durumu gazetenin sahibi merhum Kemal Ilıcak ile paylaştım. Onayını aldım.

Saat 17’deki mutat Çankaya kabulünde İhsan Sabri bey, Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren’e “Paşam nasılsınız, bir sıkıntı, bir ihtiyacınız var mı?” diye sormuş.

Kenan Paşa’nın cevabı “Yoo… Hayır. Hiçbir sıkıntımız, ihtiyacımız yok” olmuş.

Demirel bunu anlattıktan sonra “Askerde hareketlenmeler için ‘NATO planı gereği’
gibi laflar ediliyormuş”
dedi.

Ben de kendisine “Dağıtım kamyonlarımıza ve gazetelere askerin el koyduğunu, askerin şehre dağıldığını, gazeteden ayrılmayacağımızı, gelişmelere göre birinci sayfayı değiştirme kararımızı” söyledim.

KENAN PAŞA’NIN CEVAPLARI

Aradan yıllar geçmişti.

Fenerbahçe’nin efsane başkanı Ali Şen’in Bodrum’daki evinde bir yemekteydik.

Kenan Paşa da konuktu.

12 Eylül’de Çankaya’da “İhsan Sabri Çağlayangil’in kendisine sıkıntınız var mı paşam” sorusunu ve onun “Hayır hiçbir sıkıntı yok, hiçbir ihtiyacımız yok” cevabını hatırlatmıştım.

“O an aklınızdan neler geçiyordu”
diye sormuştum.

İşte Kenan Paşa’nın yanıtı:

“Ne diyecektim yani… ‘3-5 saat sonra senin oturduğun koltukta ben oturacağım’ mı diyecektim?”

…………………

Bir soru daha: “Demirel, bakanlar kurulu kararnamesiyle, sizi ve kuvvet komutanlarını, jandarma komutanını görevden alsaydı, ne yapardınız?”

Ve Evren’in cevabı: “Hiç dinlemezdik, ihtilali gene yapardık. Kararname hiçbir şeyi değiştirmezdi. Kararı almıştık, dönüş yoktu…”

………………….

Kenan Paşa’nın, Demirel ve Çağlayangil ile diyaloğu ilerleyen yıllarda “iyi” denebilecek gibi sürmüştür. Hatta Kenan Paşa, 12 Eylül ihtilali için komutanlarla karar alındığında, “Gene Demirel başbakan, yazık oluyor adama” söyleminde bulunmuş. Elbette kanıtlayamam ama mümkün...

12 Eylül ‘Kırmızı Cuma’...

Günün ilerleyen saatlerinde İstanbul caddelerinde zırhlı araçlar ve tanklar yoğunlaşmıştı.

DEMİREL İLE SON KONUŞMA

Telefonda son konuşmamız, gecenin ilerleyen saatleriydi.

Artık “askerin ihtilal yaptığını” kabullenmişti.

Evinin önündeki polis korumalar alınmıştı.

Onların yerine askerler geçmişti.

“Belki de gelip alırlar” anlamına gelen ifadeleri oldu. Üzgündü.

“Ekonomiyi toparladığını, ilk seçimde partisini tek başına iktidara getireceğini” beklerken, askerin müdahalesini içine sindiremiyordu.

Ama…

“Asker” için “tek kötü kelime” etmemeye özen gösteriyordu. Sadece kırgındı.

“Bir tane ordumuz var, bizim ordumuz” demişti. Son sözü yazının başında belirttiğim gibi “Başka ordum yok ki” olmuştu.

Ve telefon kesildi.

Bir kaç kez daha aradım ulaşamadım.

İhtilali yapanlar, liderlerin irtibatını kesmişlerdi.

Devamı yarına…