1998’de Türkiye “höt” demişti. Suriye “hop” diye diklenmemiş “palamarı” çözmüştü.
2012’de bu Türk jetini düşürmek “babalanması” nasıl oluyor?
Ne değişti?
11998’de Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri sıcaktı.
İki ülke arasında istihbarat ve askeri dayanışma en üst düzeydeydi.
Suriye kendisinin sandviç ortasında “ham” diye yutulacak “kolay lokma” olduğunun farkındaydı.
2012 Haziran’ında ise Türkiye İsrail dayanışması yok.
İlişkiler buz kesmiş durumda.
İsrail, Suriye’de Arap Baharı rüzgârının ilk gününden bu yana sessiz kaldı.
Bu tavır, İsrail’in “pamuk ipliğine bağlı Esad’ı tehlike olarak görmemesi” olarak yorumlanıyor.
21998’de Rusya kendi yaralarını sarmaya çalışıyordu.
Ekonomik durumu çökmüştü.
Silahlı kuvvetlerinin elindeki malzemeler neredeyse pazara düşmüştü.
Suriye’ye bir silahlı müdahale olursa sesini yükseltecek “höt”e karşı “hop” diyecek mecali yoktu.
3Türkiye’nin Başbakanı Bülent Ecevit’ti.
Daha önce 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’yla sınır ötesine savaş kararı vermekte tereddüt etmediği kanıtlanmıştı.
4Baba Esad, Türkiye ile başı derde girmediği takdirde Suriye’deki “tek” adam iktidarını sorunsuz sürdürebilecek konumdaydı.
Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yı kovarsa bir kaybı olmayacaktı.
Dayatmaya kalkışmak riskliydi.
İsrail’e arkasını dönüp Türkiye’yle çatışmak iki ateş arasında yanmak demekti.
24 saat dayanamayacağını biliyordu.
Beşar Esad ise ip üstünde yürüyor.
Türkiye’yle mesele çıkartmasa bile iktidarını sürdürebileceği çok kuşkulu.
Toplumun yarıdan fazlası karşısında.
Silahlı muhalefet ona kan kusturuyor.
Türkiye’ye diş göstermekle belki içeride kendi yanındakilere saf sıklaştırmayı amaçladı.
51998’de İran hâlâ Irak savaşı enkazını kaldırmakla meşguldü.
“Nükleer silah” çalışmalarında alfabenin henüz “a”sındaydı.
ABD ve İsrail’in sıcak nefesini üzerinde hissetmiyordu.
“Suriye’den sonraki yıkılacak domino taşı İran” gibi bir “güncel yakın tehdit” altında değildi.
Çin ise o tarihte Ortadoğu’da “keenlem yekün”dü. (Yok hükmündeydi.)
61998’de baba Esad (Hafız) “aman bana dokunmayın benden size fenalık gelmeyecek, söz” mesajı veriyordu.
Oğul Esad (Beşar) ise sadece Türkiye’ye değil Ortadoğu’yu parmaklayan tüm taraflara “beni yakarsanız, ben de bütün bölgeyi ateş topuna çeviririm” hal dilini kullanıyor.
.....................
Türkiye’nin karşısında “psikolojisi bozulmuş, canlı bomba” gibi bir adamın “despot” yönetimi var.
Yaklaşan sonunu bölgenin sonu haline dönüştürmeye kararlı bir “beyin arızası...”
“Kaybedecek şeyi kalmamanın” eşiğinde bir siyaset müflis.
Oysa...
“Papaza kızıp oruç bozacak” bir Türkiye’nin kaybedecek çok şeyi var.
Bir savaş halinde Türkiye BM’den bir “ateşkes” kararı çıkıncaya kadar unutulmayacak dayak atar.
Ama...
Sorun “silahla sonuç almak” değil bunun beraberinde getireceği kayıplardır.
Aşağıdaki satırlar bu konudadır.
TURİZME DARBE
HER ŞEY bir yana daha ilk adımda Türkiye turizmi üzerine soru işaretleri yüklü bulutlar hareketlenmeye başladı.
Türkiye’nin İstanbul’la birlikte en büyük 2 turizm potansiyelinden biri olan Akdeniz için tereddütler oluşuyor.
Ankara’nın “yaklaşanı vuracağız” duyurusu ortamı ısıttı.
Şam’ın Suriye halkına “Türkiye’yle savaş çıkabilir” karşı açıklaması Akdeniz sularını kaynama noktasına getirdi.
Bütün bunlar dünya medyasına yansımakta.
15 gün mavi gök, lacivert sular ile yeşilin seviştiği sahillerde tatil yapmak isteyenler barut kokuları, jet egzozu ile kirlenen bir ortama gelmekte tereddüde düşerler.
Kendilerini, çocuklarını neden böyle bir riske atsınlar.
Ekonomik krizin vurduğu Batı ülkelerinin turistleri zaten daha da “seçici” olmuşken savaş riski taşıyan sahillere kuşkuyla bakarlar.
Petrol fiyatları düştüğü için Rus turistler de Akdeniz’de ikinci sıraya düştü.
Sadece Arap turistlerle kayıplar karşılanamaz.
“Kaybedilecek şeyler” listesinde “turizm” ilk ve en yakın olanı.
Daha sonrasını şu aşamada yazmak istemiyorum.
Başbakan Erdoğan ve AK Parti iktidarına “sıcak cevap” baskıları sorumsuz siyaset ve yayıncılıktır.
“Komşularla sıfır sorun” diye yola çıkıp “sorunsuz” komşu bırakmamak sürecini sorgulamak bugünün acil gündem maddesi değil.