Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

27 Mayıs ’larda hep şu anı gözümün önüne gelir.

Utanırım, üzülürüm.

.....................

Ergen yıllarımdı.

Kız arkadaşımla Ankara - Kavaklıdere Gülbahçesi’ ndeydik.

Birbirimize iyice sokulmuş, bahar güneşinin tadını çıkarıyorduk.

Yani...

Romantik takılmış durumdaydık.

Parkın yukarı ucundan lacivert giysili, kravatlı iki adamın bize doğru geldiklerini fark ettik.

Kız arkadaşımın babası -daha sonraları içişleri bakanı olacak- CHP Ankara milletvekiliydi.

Siyasetin içinde büyümüştü.

Gelenleri hemen tanıdı.

“Menderes ve Gedik” diye fısıldadı.

Haberin Devamı

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik.

Hararetle konuşarak yavaş adımlarla yürüyor, arada bir duraklıyorlardı.

Yürüyüşü Adnan Menderes çok severdi.

Çankaya’dan başlar yanında bir iki arkadaşıyla birlikte yürüyerek bakanlıklara kadar inerdi.

Onlarla karşılaşmak Ankaralılar için olağan şeydi.

O haftalar “netameliydi.”

İstanbul ve Ankara kaynamaya başlamıştı.

Demokrat Parti’nin baskısı arttıkça tepkiler de meydanlara, caddelere taşıyordu.

Kız arkadaşım zaten CHP’liydi ve Menderes’e karşıydı.

Ben de hem İstanbul ve Ankara’daki meydanlara taşan tepkilerin, gösterilerin hem de kız arkadaşımın etkisindeydim.

Merhum Menderes ve -oğlu arkadaşım olan- merhum Gedik iyice yaklaştılar.

Biz hiç oralı olmadık.

Toparlanmadık.

Önümüze geldiklerinde kayıtsızca yüzlerine bakıyorduk.

Menderes durakladı.

Gülümseyerek “Günaydın gençler” diyerek yumuşak bir sesle bizi selamladı.

Gedik de başıyla selamladı.

Biz de “Günaydın” demekle yetindik.

Hiç kımıldamadık bile.

Oysa...

Hiç değilse toparlanıp ayağa kalkabilirdik.

Aklımızca tavır koymuştuk.

Ama...

Yaptığımız terbiyesizlikti.

Hep “mahcubiyet duyarak” hatırlamışımdır o dakikaları.

........................

Şimdi de aynı “mahcubiyet” duygusuyla bir bakıma “günah çıkarma” satırları bunlar.

Siyasi ortam öylesine gerilmiş, toplum öylesine bölünmüştü ki bakınız geleneklerimize ve terbiye kurallarına hiç uymayan bu tür davranışlarda bulunabiliyorduk.

Düşünün...

Camiler bile ayrılmıştı.

DP’liler bir camiye, CHP’liler ayrı camiye giderek ibadet ediyorlardı.

Haberin Devamı

O kadar yani...

.......................

27 Mayıs 1960 ihtilali bu bölünmüşlüğü daha da keskinleştirdi.

Alparslan Türkeş radyolardan “Güvendiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur” anonsunu yaptıktan sonra Ankara’nın yarısı -sokağa çıkma yasağına rağmen- meydanlara fırlamıştı.

Özellikle Kızılay Meydanı ana baba günüydü.

Yöredeki kadınlar, ellerinde sürahiler, Harp Okulu öğrencilerine ayran ikram ediyordu.

Kulaktan kulağa “Menderes Eskişehir’den Kütahya’ya kaçarken yakalanmış” gibi haberler fısıldanıyordu.

DP’li bakanlar, milletvekilleri evlerinden alınıp askeri araçlarla Harp Okulu’na götürülmekteydi.

Ankara’nın diğer yarısı ise evlerine kapanmıştı.

Üzgündü.

Mahallelere gelen askeri araçlardaki subaylara DP ileri gelenlerinin nerede oturduklarını ihbar eden komşularını ibret ve üzüntüyle izliyorlardı.

.......................

Bir kısmı arkadaşlarımın babaları olan DP siyasetçilerinin karga tulumba götürülüşlerine içim “cız” etmişti.

Hele Arda’nın babası İçişleri Bakanı Namık Gedik’in, götürüldüğü Harp Okulu binasının camından kendini atarak intiharından çok etkilenmiştim.

Haberin Devamı

......................

Birkaç yıl sonra gazeteciliğe başladım.

Hukuk Fakültesi’ne girmiştim. İlk yıllarımda 22 Şubat ve 21 Mayıs ihtilal girişimlerine de tanık oldum.

Bu ihtilal travmalarının da ben de bıraktığı izlerle yaşamım boyu darbelere, toplumun gerilmesine, kutuplaştırılmasına, yönetimde otoriterleşmeye, şiddete, vandallığa varan muhalefete karşı oldum.

Akılcı, sağduyulu ve ılımlı çizgide kalmaya özen gösterdim.

Demokraside fikir farklılığının zenginlik olduğu bilincinin kökleşmesi için hepimiz çaba göstermeliyiz.