5’inci sınıftaki kız öğrenci başını örtecek.
“Olacak şey mi” sorusuyla karşılaşıyorum.
Doğrusu...
İki düşünce arasında sıkışmış durumdayım.
El kadar kız çocuğunun başını örterek okula gelmesi, daha o çağda “cinsellik” ayırımının objesi olması üzüntü veriyor.
“Başı örtmek” erkeklerde cinsel istek uyandırmaktan “korunmak” gibi bir gerekçeye de dayandırılıyor.
Daha o yaşta yaşıtı/akranı erkek çocuklarla da arkadaşlık yapabilecek, oyun oynayacakken aklının bir kenarına “kaçınmak” kaydı düşüyor.
Bu çocuk kendi iradesiyle karar vermeyecek.
Ailesi “Başını ört, okula öyle git” dediği için bunu yapacak.
Oysa...
Üniversitede böyle bir sorun yoktu.
18 yaşına gelmiş bir genç kız aile/mahalle baskısı olsa da “kendi hür iradesiyle” karar verebilirdi.
O nedenle “Yükseköğrenimde başı açık olmak zorunluluğuna” hep karşı çıktım.
Fakat...
Daha “ergen” bile olmamış kız çocuğunun örtünmesinde ısrarı anlamak zor.
BABA BENİ OKULA GÖNDER
MİLLİYET’in başlatmış olduğu “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasını desteklemiştim.
Şimdi de destekliyorum.
O ilk yıllarda karşımıza çıkan bir Türkiye gerçeği şuydu:
“Aile, özellikle baba, kız çocuğunu muhafazakâr bakışla -başı açık öğrenim- zorunluluğu nedeniyle okula göndermiyordu.”
Muhafazakâr kanadın bir kesimi böyleydi.
“Acaba bu kız çocuklarını başları örtülü olarak okula gitmeleri için bir düzenleme yapılsa, nasıl olur” diye düşünmüştüm.
Yukarıda anlattığım kaygılara rağmen sırf “başörtüsü” nedeniyle eğitimden yoksun kalmalarını da içime sindiremiyordum.
Ayrıca...
Bu durum “özgürlük” anlayışımla da örtüşmüyordu.
Kız çocuğunun “1 metrekarelik kumaş parçasına” takılarak karanlıkta kalması doğru muydu ki?
Hem bir insanımızı mahkum ediyorduk.
Hem topluma ve insanlığa kazanamıyorduk.
Belki de insanlığa çok yararlı olabilecek bir değerden mahrum kalıyorduk.
..........................
Hâlâ bu iki düşüncenin arasında sıkışmış kalmış durumdayım.
Ancak...
Benim kişisel olarak hangi düşüncem sonuçta ağır basarsa bassın iktidarın kararıyla artık 5’inci sınıftan itibaren kız öğrenciler başlarını örterek okula gidebilecekler.
O halde ikinci düşüncemin doğrultusunda “hayırlı olmasını” diliyorum.
ÜNAL AYSAL SONRASI
BİZ Galatasaraylılar için en önemli değer “Galatasaraylılık ruhudur.”
Maç kaybetmek/ kazanmak, şampiyonluk, 4’üncü yıldızı takmak/takamamak elbette önemli ama asıl olan “Galatasaraylılık ruhunun” sürmesidir.
Fatih Terim’in gitmesi/gönderilmesi sonrasında ne yazık ki bu “asli değerimiz” inişte.
Uzun süredir spor sayfalarında hiç “Galatasaraylılık ruhu” diye bir başlık, hatta bir satır var mı?
Böyle bir şey sanki unutuldu.
Havası kaçmakta olan bir balon gibi stadyumlardan uçtu/uzaklaştı.
Takımda damardan Galatasaraylı oyuncu bir, hadi iki...
Teknik yönetim zaten “Galatasaraylılık ruhu” diye bir kavramdan haberdar bile değil.
Yeni yönetim nasıl olur?
Kimlerden oluşur?
Göreceğiz.
Ama...
En az kısa vadede bulunması gereken 50-100 milyon dolardan daha önemlisi bu ruhu taşıması, yansıtabilmesidir.