Yıl
1509.14 Eylül Salı gecesi...
İstanbul tarihine
"Küçük Kıyamet" diye geçen deprem dehşeti yaşanıyor.
Deprem
45 gün sürüyor.
Şehir içinde sağlam minare kalmıyor.
Surlar, evler yıkılıyor ve devrin
Padişahı Sultan 2. Beyazıt, heyecan ve korkudan
Edirne'ye kaçıyor.
Ancak...
Üstad Reşat Ekrem Koçu'ya göre bu kez de
- Allah'ın hikmeti - Edirne'de müthiş bir deprem oluyor.
Padişah, vezirlerini toplayıp,
"bu depremler, sizin zulüm ve fesadınızdan, mazlumlar ahının sebep olduğu ilahi gazaptır" diyor.
İstanbul'da konak, yalı, saray ve evlerin ahşap olarak yapılması
"Küçük Kıyamet" diye bilinen bu depremden sonradır.
Marmara öfkesi
Yüzyıllar boyunca
İstanbul, pek çok kez sallanıyor.
Ama...
En büyüğü
10 Temmuz 1894 depremidir.
11 Temmuz 1894 tarihli
Sabah Gazetesi'nden bazı anlatımları özetle yansıtayım:
"Müezzinler, öğle ezanını okurlarken, İstanbul sarsılmaya başladı.Deniz gayet sakin olduğu halde, vapurlar şiddetli bir dalga ile inip çıkıyordu.
Yolcular ve mürettebat, büyük bir korkuya kapıldı.
Sonra İstanbul'un her tarafından büyük bir toz bulutunun yükseldiğini görenler, şiddetli bir zelzele olduğunu anladılar.
Marmara sahilinde deniz, 200 metre geriye çekilmiş ve şiddetle karaya yürüyerek ne kadar sandal, kayık, küçük gemi varsa, karaya atıp parçalamıştı.
Akşama kadar İstanbul, 6 kez daha sarsıldı.
Hareket sırasında halkın kapıldığı dehşeti hiç bir kalem tasvir edemez.
Tahribat ve can kaybı çok büyüktür.
Bu depremde surlar yıkıldı, Kapalıçarşı çöktü, minareler devrildi, özellikle adalarda büyük tahribat oldu."
Tarih ve ders
Yukarıdaki satırları yansıtmamın nedeni, yörenin
500 yıldır depremlerle sarsıldığını ortaya koymaktır.
Yani...
Yöneticilerin
"artık depremle yaşamaya alışmalıyız" yolundaki kocaman lafları anlamsızdır.
Çünkü...
Buna zaten alışığız.
Dahası ve acı olanı,
500 yıllık deneyime karşın, hala yeterince organize olmamaya, yetkililerden hesap sormamaya da alışmış bulunmamızdır.
500 yıl önce
İstanbul'daki depremden korkup,
Edirne'deki saraya kaçan ama orada da depreme yakalanan
Sultan 2. Beyazıt, depremi, vezirlerine
"ilahi gazap" olarak açıklıyordu.
Aradan
500 yıl geçti.
Yeni
1000 yılın eşiğindeki Türkiye'nin yöneticileri de
"takdiri ilahi" diyorlar.
Felaket Yönetimi
Doğanın öfkesi ya da
takdiri ilahi...
Buna kimse itiraz etmiyor, şikayetimiz,
takdiri devletlulardan.
Çağdaş bir ülkenin sahip olması gereken her il için bir
"Felaket Yönetimi Planı"nın bulunmayışından... Uygulanmayışından... Her şeyin
Ankara'dan ve askerden beklenmekte oluşundan...
17 Ağustos'taki depremde olduğu gibi, cuma günkü son depremde de telefonlar kitlendi.
Şu satırlar yazılırken, hala istediğiniz telefonu düşürmek bir şanstı.
Düzce, küçük bir yerleşim birimi.
Ya yukarıdaki satırlarda anlatıldığı gibi
İstanbul sarsılırsa o zaman ne olacak?
Büyükşehir Belediyesi'nin, yöre belediyelerinin, yönetimlerin böyle bir durumda uygulama planları var mı?
Yağmur yağdığında bile otoyolları tıkanan
İstanbul'un ulaşımı, şiddetli bir depremde ne hale gelir?
Düzce depreminde telefonlar kitlenmişse,
Allah korusun
İstanbul sarsıldığında iletişimden suya, enerjiye kadar yaşam felç olmaz mı?
Yangınlar nasıl söndürülür?
Yıkıntılara koşmak üzere hangi ekipler yetiştirilmiştir?
Görev yerleri belirlenmiş midir?
Kurtarma araç - gereçleri hazır mıdır?
200 - 300 kişilik diğer sivil örgütler ve
AKUT, 10 milyonluk İstanbul'da su damlaları gibi kalırlar.
Düzce'de devlet, kötü bir sınav vermedi ama ülke büyüklüğündeki
İstanbul çok farklı.
500 yıl sonra gene birilerinin
"takdiri ilahi" demelerini istemiyoruz.
İhali takdir, kullarına akıl vermiş, sorumluluk yüklemiştir.
Cuma günkü depremde yaşamını yitirenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına ve ulusumuza geçmiş olsun.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr