Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İngiltere Başbakanı David Cameron “talihsiz” bir konuşma yaptı:
“Bu hızla Türkiye -belki- 3 bin yılında AB üyesi olabilir.”
........................
Türkiye 50 yılı aşkın süredir AB’nin “bekleme odasında.”
Ama...
Görüşmeler sürüyor.
İngiltere “AB’de kalmak ya da ayrılmak” tartışmalarını her ne kadar yapmaktaysa da halen Birliğin üyesi.
O nedenle bu sözleri en azından ülkesinin üye olduğu AB’ye saygısızlık.
Çünkü...
Kendi devletinin de iradesini yansıtan görüşmeleri “yok hükmünde” saymış oluyor.
Türkiye’ye “alaycı” ifadesiyle ayıp ediyor.
Yaptığı şey en azından nezaketsizliktir.
Oysa...
AK Parti iktidarının ilk yıllarında Brüksel’de “tam üyelik müzakerelerinin başlaması” kararı açıklandığında İngiltere en yapıcı ülkelerden biriydi.
Hatta...
Kararın açıklanması öngörülen saati aştığı için içeride bu durum tartışma konusu olmuştu.
Çözüm formülünü dönemin İngiltere dışişleri bakanı üretmişti:
“Londra saat ayarı, Brüksel’den bir saat geri.
O halde bütün dünyanın saat ayarı referansı olarak Londra’yı esas alabiliriz.
Böylece ‘dead line (öngörülen son saat)’ aşılmamış olur.”
Bu formül ile Türkiye artık tam üyelik görüşmelerine başlayabilecekti.
Açıklamayı, salonda en ön sırada (İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile yan yana) izliyorduk.
“İngiltere, Türkiye’yi kazanan bir diplomasi ustalığına imza attı” diye konuşmuştuk aramızda.
.........................
Bakın o noktadan nerelere kaymış İngiltere’nin Türkiye’ye bakışı.
.........................
Sadece İngiltere Başbakanı Cameron değil...
Aradan 24 saat bile geçmeden bu kez Avrupa Birliği Başkanı Martin Schulz “olumsuzladı” Türkiye’yi.
“Türkiye’de AB’nin değerlerinin paylaşılmadığını” söyledi.
Özellikle “demokrasi ve ifade özgürlüğünün, medya grubunun” altını çizdi.
Bu ikinci “tavır” da AB’den Türkiye’ye “karşı rüzgârların estiğine” işarettir.
Gerçi “İki kişinin olumsuz sözleri AB’yi bağlamaz” diye düşünenler olabilir ama AB üyesi ülkelerin halkları böyle söylemlerin etkisi altına girer.
Cameron da, Schulz da kamuoylarını oluşturacak “kanaat önderleri”dir.
AB halkları tabanda böyle “Türkiye karşıtı” şartlanırsa, diğer ülkelerin liderleri, kanaat önderleri, medyası da toplumlarının nabız atışlarına göre kendilerine “tavır ayarı” yaparlar.
...........................
Bir medya örneğiyle bu etkileşimi göstereyim.
Fransa’nın en etkili ve yüksek tirajlı siyasi dergisi “L’EXPRESS” son sayısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kapak yaptı.
Başlığı “ERDOĞAN LE DANGER TURC... (Erdoğan... Türk tehlikesi...)”
12 sayfa boyunca bu kapak konusunu işlemiş.
“Davutoğlu’nun yol arkadaşlığında sonuncu kurban olduğunu” yazarak başlamış.
“Basın, asker, kadınlar, yargı, gençlik, Kürt sorunu” ara başlıklarıyla sürdürmüş.
“Olumlu merceklerden bakışlarla yazıldığını” söyleyemem.
Sadece THY için övgü var.
“Dünyanın Air France, KLM, Lufthansa gibi dev havayollarını rahatsız edecek bir süratte büyüdüğüne” işaret edilen yazıda bir de öngörü var.
“2023’e kadar THY 500 uçak ve 120 milyon yolcu kapasitesine ulaşacak. Dünyanın en büyük havalimanını yapmakta.”
.........................
Bütün bunlar elbette “AB halklarında Türkiye’nin tam üyeliğine destek verenler yüzdesini” aşağı çekebilir.
Oysa...
Tam tersine...
Ortadoğu’daki kan batağı ve Suriyeli göçmenler nedeniyle “Türklerin AB’ye tam üyelik ve yüzünü Avrupa’ya dönmesi” tercihi -son kamuoyu yoklamalarına göre- yükselişte.
Türkiye’nin sadece diplomasi kanallarıyla yetinmemesi gerekir.
ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uyguladığı yıllarda olduğu gibi yabancı meslektaşlarla ilişkileri güçlü olan bazı gazetecileri geçici diplomat statüsüyle görevlendirmesi düşünülebilir.
Altemur Kılıç’ın 1970’li yıllarda sırf bu amaçla New York’a “orta elçi” unvanıyla gönderildiğini hatırlayalım.
Türkiye, meydanı boş bırakmamalı.
Ayrıca...
Avrupalı olmanın demokratik değerlerini de içselleştirmeli.