CAN Dündar, Mustafa Kemal’in sevgilisi “Latife”den sonra bu kez Şair-i Azam Abdülhak Hamit’in aşkı “LÜSYEN”i yazdı.
Gene güzel bir aşk öyküsü.
Belçikalı “yabancı gelin” LÜSYEN ekseninde Abdülhak Hamit ve dönemin siyasi/edebi tarihi nehir gibi akıyor bu kitapta.
LÜSYEN’de Can Dündar’ın dili de dönem dilinden lezzetlerle harmanlanmış.
Elif Şafak bu tada alıştırdı bizi.
Can Dündar’la devam...
Kitapta Osmanlı’nın yenilgileri, çöküşü, diplomasi dönemeçleri, sadrazamlar, dışişleri bakanları, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ali Kemal gibi edebiyatçılar “zamanın ruhunu” yansıtıyor.
Aralarında ilk aşk kıvılcımları uçuşmaya başladığında Abdülhak Hamit, Osmanlı’nın Belçika Büyükelçisi’dir.
Hamit 60, LÜSYEN ise 20 yaşında Brüksel’e yüksek eğitim için gelmiş Liegeli bir genç kız.
Aralarındaki yaş farkına rağmen büyük aşk yaşıyorlar.
Hamit ona “Sana layık olduğun yuva yaşamını ve çocuğu veremem. Sana âşığım ama kendine uygun bir gençle yeni bir yaşam kurmak istersen engel olmam” diyor.
Bunları okurken oda komşum Hasan Cemal’in duvarında gördüğüm Picasso fotoğrafını hatırlıyorum.
Bu fotoğraf çekildiğinde Picasso 80, yeni evlendiği eşi 18 yaşındaydı ve Picasso’yu o yaşında baba yapmıştı.
Hasan 50, Yalçın Doğan 60 yaşından sonra baba oldu.
Hamit’e dönelim...
LÜSYEN bir İtalyan kontuyla tanışır aralarında aşk doğar.
Hamit sözünü tutar.
Onların nikâhlarını düzenler.
Düğün gecesi otelde onların yatak odasının yanındaki odada kalır.
Üçü birlikte İstanbul’a dönerler, yaşam birlikte sürer...
Fransızların “mariage atrois (üçlü evlilik)” diye bir söylemleri var.
Hamit, LÜSYEN ve İtalyan kont arasında böyle bir ilişki var mıydı tam ve açık olarak kitapta belirtmemiş Can...
Ama ilerleyen yıllarda LÜSYEN’in kontu bırakıp tekrar Abdülhak Hamit’in yanına dönmüş olması ve bu arada ona yazdığı aşk mektupları anlamlı.
Ekin’in heykeli
CAN Dündar’la birlikte ŞEFFAF ODA’nın diğer konuğu Ekin Türkmen’di. Onu dizilerinden tanıyorsunuz.
Ama iyi oyunculuğunun yanı sıra başka alanlarda yetenekleri de var. Masallar yazıyor. Oyun hamurlarından heykeller yapıyor.
Can Dündar’a söyleşimiz sırasında bir Brezilyalı kadın heykeli yaptı ve hediye etti.
Yeni kitabının ilk “ödül heykelciği...”
Ekin’in fiziğinin ötesinde sohbeti de güzel...
ELEKTRİK VEREN GÜZEL KADIN
ELEKTRİK vermeyi biz bir işkence teknolojisi olarak biliriz.
MALAFA!...
BENİ önce oyunun adı çekti; “MALAFA...” Delikanlılık yıllarımızda biz “malafa”yı başka anlamda kullanırdık.
Hadi Latincesiyle yazayım, aile gazetesi için daha uygun olur belki; “fallus... (penis)”
Hele “radikal” oyunları sahneye koyan “DOT” oyuncularından olunca “tamamdır” dedim.
Merakla gittim.
Meğer “malafa” yüzük, gerdanlık, bilezik kontürlerine pırlanta ve diğer değerli taşları yerleştirmek/ çakmak için kullanılan bir kuyumcu aletinin adıymış.
Gerisini anlatmayayım, gidin ve görün ve de alkışlayın...
Oyun güzel, oyuncular iyi...
Beyoğlu’nda Mısır apartmanının 4. katında 60 kişilik bir salon, “hepimiz sahnedeyiz” gibi bir his veriyor.
Zaten böyle sahneler de var.
Örneğin...
Sağ yanımdaki delikanlı ve genç kız da bir süre seyirciymiş gibi oturdular zaman zaman oyuncuları alkışladılar...
Ve...
Bir baktık ki onlar da oyuna dahil oldular.
Oyun başlamadan alt kattaki hause kafede yemek, oyundan sonra en üstteki 360’da İstanbul’un şahane gece manzarasını izleyerek müzik...
Mısır apartmanındaki galerilerde sanat safarisini de öneririm.