Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Komisyonun bu son raporu ışığında, temel soru:
Türkiye, Avrupa Kulübü üyeliğinin hangi aşamasında?
Cevap:
"Türkiye'ye, Avrupa Birliği bekleme odasının kapısı aralanmıştır.
Yılın sonunda Helsinki Toplantısı'nda eğer bu rapor benimsenirse, Türkiye, bekleme odasına alınacaktır."
Peki kulübün diğer üyeleri gibi salona ne zaman girebiliriz?
Bunun cevabı belirsiz.
3 yıl da olabilir... 30 yıl da!..
Rapor, şöyle bir ifade kullanıyor:
"Adayların tam üye olmaları, her birinin ayrı ayrı gösterecekleri uyum performansına bağlıdır."


Tevazu ve ötesi

Önce belirtelim ki...
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in de altını çizdiği gibi "komisyon raporu ileri bir adımdır.
Ama...
Asıl karar yeri Helsinki Toplantısı'dır.
Erken bir bayram havası ve abartılı değerlendirmeler yanlış olur."
Öte yandan...
İsmail Cem'in doğası, "beklenti çıtasını yüksek tutmamaktır.
İddiasını gizlemek ve sağladığı sonuçları daha düşük profilde yansıtmaktır."
Ama...
Onun tevazu oranı bir yana, bu raporla Türkiye, önemli bir viraj almıştır.
Yakın geçmişte "Türkiye'nin AB'ye üyeliği kesinlikle hayaldir" gibi söylemlerden "tam üyelik öneren rapor" noktasına gelmek azımsanamaz.

Büyü nasıl bozuldu?

Bu değişim ya da dönüşüm nasıl oldu?
1- AB'de kilit Almanya'daki tutucu Hıristiyan Demokrat iktidardı.
Kohl'ün koca vücudu yolumuzun üzerindeki engeldi.
İktidara Sosyal Demokratlar'ın gelmesi, Türkiye için ılımlı rüzgarlara neden oldu.
2- 18 Nisan seçimlerinden sonra Türkiye'de hükümet değişikliği de olumlu etki yaptı.
Çünkü...
Azınlık hükümeti yerine, kendi içinde uyumlu ve Parlamento'da sağlam bir çoğunluğa dayanan yeni ortak hükümet, sözlerini tutabilecek güçteydi.
3- Ayrıca ilk günlerde ortak hükümet için kavgacılık beklentisi vardı.
MHP gibi şöven izlenimleri vermiş partinin ortaklığındaki hükümet, iç çatışmalara neden olabilirdi. Dışta ise, Rusya'ya, Kıbrıs'a, Yunanistan'a dönük sertleşme politikalarının, Türki cumhuriyetler için egemenlik iddialarının kuşkularını da veriyordu.
MHP, kısa sürede bu kuşkuları dağıttı.
4- Abdullah Öcalan'ın yakalanışı, Güneydoğu'da tansiyonu düşürdü.
PKK sorununun iniş sürecine geçtiği görüldü.
5- 1970'li yıllarda Ortak Pazar'a karşı tavrıyla bilinen Ecevit de değiştiğini ortaya koydu.
Ecevit'in Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder'e AB'ye girmek kararlılığımızı bildiren ve bunun demokrasi, insan hakları gibi gerekleri için güvenceler veren mektubu, Schröder'in de Ecevit'le tam bir uyumu yansıtan cevabı Türkiye'ye makas değiştirtti.
Schröder'in bu mektubunda Güneydoğu için ilk kez "siyasi çözüm" değil "yapıcı çözüm" deyimini kullanması, bir göstergedir.
6- Depremin Türkiye'ye karşı olumsuz havayı büyük ölçüde dağıtması ve insani yaklaşımla, kamuoyundan ılımlı esintilerin hükümetleri etkilemesi belki acıların bir tesellisi olabilir.
7- Ecevit'le Beyaz Saray'daki baş başa görüşmesinden sonra Clinton'ın AB'ye ağırlık koyması püf noktalarından biridir.
8- Dışişleri Bakanı İsmail Cem, sıralanan tüm oluşumları bir diplomasi gobleni gibi işlemiştir.

Son söz:
Kimileri, "neden diğerleriyle olduğu gibi tam üyelik görüşmeleri başlamıyor?" diye sonucu küçümseyebilir.
Oysa böylesi belki de daha doğru olanıdır.
Türkiye, AB süreci kadar, hatta daha önemlisi ulus - devlet yapılanma sürecindedir.
Bunu, demokrasi, insan hakları, toprak ve ulus bütünlüğünü koruyarak yaparken, belki AB'nin tüm isteklerini daha bir süre karşılamayabilir.
Tam üyelik görüşmeleri bugün başlasa, Türkiye, tıpkı ekonomide IMF'nin olduğu gibi, siyasette de - örneğin PKK sorununda - AB'nin ipoteği altına girebilirdi.
Öcalan'ın asılmaması ve sivil devlet gibi söylemlere dikkat.
Bazen zamanı zamana bırakmak gerekebilir.



Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr