Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

PAZAR günü Ruhat Mengi’nin Her Açıdan programını izliyordum.
Hâkim ve savcıların “dinlenmesi” sorunu tartışılıyordu.
Değerli hukukçu Turgut Kazan “Hâkimler ve savcılar sokaktaki vatandaşa ya da diğer devlet görevlilerine göre daha korumasızdır” deyince, Prof. İlter Turan araya girip itiraz etti:

Adalet heykeliyle başlandı

“Neden öyle olsun? Hepimizin durumu aynı...”
O sırada programı izleyenlerin çoğunun da İlter Turan gibi tepki gösterdiğini sanıyorum.
Hatta ben de “Hâkim ve savcılar için dinleme kararını onların meslektaşı olan hâkimler veriyor. Asıl bizim güvencemiz daha az” diye içimden geçirmiştim ama aynı anda hukuk bilgisine ve deneyimine inandığım Turgut Kazan için “Bir bildiği vardır” ihtiyat payını bırakmıştım.

Hayır diyebilmek lüks mü?
GERÇEKTEN de Kazan’ın açıklaması çok farklı bir boyutu ortaya koydu.
Kazan şöyle dedi:
“Bir hâkim veya savcı için Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu’ndan dinlemeye alınma kararı istek yazısı geldiğinde bu yazıyı alan hâkimin ‘hayır’ demesi beklenemez.
Çünkü... Kendi kariyeri de o teftiş kuruluna bağlıdır.”
Yani... “Dinleme kararı vermesi istenen hâkim, çok büyük olasılıkla bunun gereğini yapmak zorundadır. Hayır demek lüksü olamaz” mesajını algıladım Kazan’ın sözlerinden...
Adalet camiasında yankılanan “hâkim ve savcıların telefonlarının dinlendiği” yolundaki açıklamalar bu mercekle bakıldığında “vahim” yorumlarına neden olabilir.
Gerçi resmi açıklamalar dinleme kararlarını hâkimlerin “kendi özgür iradeleriyle aldıkları” iddiasını yansıtıyor ama Kazan’ın işaret ettiği duyarlı ilişki de göz ardı edilemez.
YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun bu konuda yargı yollarına gidileceğini vurgulaması, bu konunun birkaç açıklamayla geçiştirilemeyeceğini ortaya koyuyor.

Türkiye’de hâkimler var
LAİK demokrasiye inanan sağduyu sahipleri sıkışmış durumdalar.
Bir yanda laik demokrasinin en önemli güvencelerinden birinin yargının zamanın ruhuna göre yeniden düzenlenmesi zorunluluğu, öte yanda “adalet reformu” etiketi altında yapılacak yeni düzenlemeyle laik demokrasinin bu kalesinin düşme olasılığı için duyulan kaygılar...
Dördüncü kuvvet medyadan sonra Anayasa’da öngörülen 3 kuvvetten biri olan “yargı” üstünde de işaretler hayra alamet değil.
Küresel adaletin simgesi olan eli terazili kadın heykelindeki değişiklik... Ardından nelerin geleceği için işaret miydi yoksa?

YANLIŞ ŞEYLER BUNLAR
YANLIŞ şeyler oluyor. Muhalefet partisi MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli “açılım” sürecini eleştirirken bu ülkenin Başbakan’ını, Apo için kullanılan “bölücü başı” söylemiyle anıyor.
Hatta suçluyor.
“Ülkeyi bölmek” suç iddiasıyla onu Yüce Divan’da yargılatmaktan söz ediyor.
Bahçeli, elbette “açılım” sürecine karşı olabilir. Başbakan’ı ve partisini eleştirebilir...
Bu sürecin Türkiye’yi bölünmeye götürebileceği yolunda kaygılarını dile getirebilir.
Fakat... Bu ülkenin Başbakan’ıyla, Abdullah Öcalan’ı aynı hedefe odaklanmış olarak “yol arkadaşı” ilan etmek vahim yanlıştır.
........................
Öte yandan...
Bu ülkenin Başbakan’ı tarafından bu ülkenin en büyük medya grubunun sahibi ile Amerika’nın her türlü pisliği içinde semiren gangster babası Al Capone arasında paralellik kurulması da vahim yanlış değil mi?
Al Capone içki kaçakçısıydı, her türlü yasadışı kazanç yollarını kullanan, polisi, hâkimi, politikacıyı satın alan ve yargı yoluyla bir türlü suç kanıtı bulunamayan ve dokunulamayan kriminal tabuydu.
Al Capone’u ancak bir vergi suçlamasıyla tutuklayıp hapsedebilmişlerdi.
Doğan Medya Grubu Başkanı Aydın Doğan ile bu mafya tarihinin babası arasında en ufak bir benzerlik bulunamaz.
Aydın Doğan, laik demokrasinin sesi olan gazeteler, TV’ler, dergiler yayınlıyor.
Yaşamı boyunca yasalara saygılı, 50 yıllık iş hayatının sicilinde tek kara nokta yok.
Yıllardır en çok vergi verenlerden biri.
Bu iktidar dahil her dönemde devletten şiltler almış.
“Sadece yasal olmak değil, toplum vicdanında da ak olmak gerekir” ilkesiyle ünlü.
Sonuç... O denli “alakasız” bir söylem ki, daha fazla üzerinde durmak bile gereksiz.