Siyaset vitrininde bu "iki tür" bir iktidarın kontrol dışı kaldığı süreçlerde görünür.Birinci türün örneği, karargâhlara "yeni anayasa" yazanlardır.Askeri müdahaleleri teşvik eden "meşruiyet reçeteleridir" bu anayasa taslakları.Onlar ara rejimlerin akıl hocaları, bakan adaylarıdır.İkinci türe gelince... Kontrol dışı kalmış siyasi iktidara yakın tek tük komutanlar da çıkabilir. Geçmişte çıkmadı mı?......................İyi işleyen, sağlıklı demokrasilerde bu insan türleri, yaşam alanlarını yitirirler. Görünmez ve görülmezler coğrafyasına çekilirler......................AB, Türkiye için tarihin en büyük medeniyet projesine katılma hedefi olması ötesinde çok önemli üç işleve sahiptir.Birincisi... AB her alanda AKP iktidarını adeta denetlemektedir. Türkiye'nin asıl ana muhalefet partisi CHP değil, sanki AB'dir.Demokrasi kalitesi, özgürlükler ve özellikle laisizm için Kopenhag Kriterleri bir çeşit "kalite standart belgesi" koşulları gibi algılanmalı.Koşulların yerine getirilmemesi ya da sapma olması halinde AB devreye girmekte, dümenin gene doğru rotaya çevrilmesini sağlamakta.Özellikle laisizmin güvencesi olmak işlevini üstlenmekte.Laiklik ilkesinin dayatmalarla, kararlarla korunması, tartışmalar, dalgalanmalar yarattığı halde AB Kopenhag Kriterleri uygulaması ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ise, iç siyaset malzemesi yapılamıyor. Tahrik ve tetik konusu olmuyor.İkincisi... Özellikle laisizm ekseninde durumdan görev üretmek işlevini AB, kışladan ve karargâhtan çıkarmış, kendi üzerine almıştır.Üçüncüsü... Henüz yeterince anlaşılmış olmasa, hatta tam tersi düşüncelere çanak tutan yanlışlar yapılsa da AB Türkiye'nin bütünlüğünü koruması için önemli bir işleve sahiptir.Bu yargının dayanakları ayrı ayrı yazıları gerektirir.......................AB ile Türkiye ilişkilerinde bir gevşeme olasılığı, sıraladığım özellikler nedeniyle kaygı vericidir.Fransa referandumu ardından Hollanda'dan aynı sonucun gelecek olması... Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan Sarkozy'nin Fransa Cumhurbaşkanlığı'na, aynı görüşü paylaştığı Merkel'in de Almanya Şansölyeliği'ne büyük ihtimalle gelecek olmaları, bu kaygılar için ilk sinyallerdir.Brüksel'de daha şimdiden "3 Ekim'de Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin başlatılması ama ağırdan alınması" yolundaki görüşler, Türkiye üzerindeki AB etkisinin ve sağlıklı demokrasi işlevinin gevşemesi gibi sonuçlar verebilir mi?"Birleşik Kaplar" teorisini hatırlayalım... Türkiye örneğinde AB ağırlığı arttıkça asker etkinliği azalmıştır. Demokrasi kalitesi yükselmiştir.Laisizm eksenindeki güvence mevzileri kışladan, AB'nin Kopenhag Kriterleri'ne ve AİHM'ye kaymıştır. Türkiye bu süreçtedir.AB'nin kendi iç sorunlarıyla zayıflamak, içine kapanmak ve genişleme sürecini "ağır çekime almak" politikaları ile birlikte işte Türkiye'deki bu süreç duralayabilir. Sonrasında ise... Pandülün ters yöne hareketlenmesi ve yazının başında belirttiğim "türlerin" yeniden ufukta belirmeleri olasıdır.Bir mucize olur da, CHP böyle bir süreçte, kendine ait olması gereken ana muhalefet işlevine sahip çıkmak performansını gösterirse, belki de kaygı ve kuşku duyulanlar Türkiye ajandasına yazılmayabilir.CHP bunu başaramazsa ne olur?Siyaset de tıpkı doğa gibi boşluk bırakmaz, mutlaka bazı unsurlarca doldurulur.CHP'si, medyası, demokratik kurumları, hatta iktidarıyla birlikte hepimiz sorumluluk bilincinde olmalı, şu duyarlı sürecin aşılmasına katkıda bulunmalıyız. AB'ye tam üyelik 10-15 yıllık bir perspektif... Sarkozy'nin, Merkel'in siyaset ömürleri ne?Gene "Kramer Kramer'e Karşı" filminden esinlenerek noktalayayım..."Türkiye Türkiye'ye Karşı" olmasın yeter. g.civaoglu@milliyet.com.tr Sivilin "çok fazla askerleşmiş" olanı ve askerin de "çok fazla sivilleşmiş" olanı, Türkiye için hep tehlikeli olmuştur.