10 Eylül’de Pekin’in ünlü Tiananmen meydanından start alacak 106 klasik otomobil 1 ay 6 gün sonra 16 Ekim’de Paris’e varacak.
Tarihi İpek Yolu’nu izleyerek Moğolistan, Gobi Çölü, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran, Türkiye, Yunanistan, İtalya’dan geçerek Paris’in Zafer Takı’nda noktalanacak bu büyük yarışa Türkiye 1968 model bir Anadol’la katılacak.
İşadamları Ahmet Şefik Öngün ve Erdal Tokcan Ümraniye Belediye otoparkında buldukları 1968 model Anadol A1’i satın alıp Ford Rally Spor Garajı’na götürmüşler.
Anadol A1 üretim teknolojisi değiştirilmeden aracın üzerinde önemli değişiklikler yaptırmışlar.
Örneğin...
Motorunu 1200 cc’den 1600 cc’ye, benzin deposunu 120 litreye çıkarttırmışlar. 14 bin 500 kilometre yolu yapmak zor iş.
Aracın içi tamamen değiştirilip yarış aracı koltukları monte edilmiş. Bütün bunlar için giderleri kendi ceplerinden ödediler.
Ahmet Şefik Öngün büyük bir klasik otomobil koleksiyonuna sahip.
Ayrıca Türkiye Klasik Otomobil Kulübü ve Porche Kulübü kurucusu.
Yunanistan’da düzenlenen Acropolis Rally 2002-2003 ve 2005 birincisi.
Erol Tokcan da Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi, Klasik Otomobil Kulübü’nün de iki dönem başkanlığını yapmış.
İkisi de otomobil tutkunu.
Ancak bu yarışın bir başka özelliği de var.
Oluşturulan sponsor katkılarını Toplum Gönüllüleri Vakfı’na bağışlayacaklar.
Bu gelirle vakıf 250 öğrenciye 4 yıl boyunca eğitim bursu verecek.
Bu çılgın Türklere de başarılar...
KALBİM SALZBURG’DA KALDISİZ bu satırları okurken ben Salzburg’da olacaktım... Salzburg’un ünlü Klasik Müzik Festivali’nde...
Bu yılki festivalin bizler için özelliği “Borusan Filarmoni Orkestrası’nın açılış konserini verecek olması.”
İlk kez Salzburg Festivali’nde bir Türk orkestrası çalıyor.
Ve açılış konseri yapmak şerefi de bu orkestranın.
Borusan’ın, Türkiye’nin kültür yaşamına katkıları büyüktür.
Eczacıbaşı’nın başlattığı ve sürdürdüğü sanat etkinlikleri model oluşturmuştu.
Borusan da bu yolda önemli projelere imza atıyor.
Gelir geçer değil sürekliliği olan saygın projelere...
Gelelim bu yazının ilk satırına...
Ne yazık ki yaz gribinin kurbanıyım.
Bilinen tüm tıp harikalarını tükettim.
Haplar, damlalar, şuruplar, burun spreyleri. Ayrıca...
Yıllar önce Moskova’da öğrendiğim “değirmende çekilmiş karabiberli votka” şatlarını da devirdim.
Biraz düzeldim ama uçakta bütün sanatçılara bulaşabilirdi.
Şimdi ben buradayım kalbim Salzburg’da...
Şef Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan Orkestrası’nı buradan alkışlıyorum.
Konserde Fazıl Say “Nirvana Yanıyor” adlı eserin dünya prömiyerini gerçekleştirecek.
Türkiye böyle temsil edilir.
Karabulutların arasından Atatürk Türkiye’sine bir avuç gökyüzü...
ATEŞİN KIZINDAN ÖPÜCÜKGRAMMY ödüllü Concha Buika’nın Sepetçiler Kasrı’ndaki konserindeydim.
Kırmızı giysisi içinde siyah bir gül gibi açmış Buika’ya yukarıdan bakır tepsi gibi pırıl pırıl Ay eşlik ediyordu.
Harika bir Afrikalı sesi...
Zaten Buika da “Afrikalı kökenini” referans göstererek “Afrikalı müzik dersi almaz. Zaten doğuştan müziğin parçasıdır” diyor.
İnanılmaz sempatik bir kadın.
Sahnede her şarkı arası dinleyicileriyle diyalog kuruyor.
“Özgürlük, paylaşım, insani değerler” üzerine felsefe yapıyor ve sözü söyleyeceği şarkıyla bağlıyor.
Zaman zaman yandaki sehpanın üzerinden aldığı kamerasıyla, solo yapan orkestra arkadaşlarının fotoğraflarını çekiyor.
Değişik açılardan onlarca fotoğraf...
Belki de başka sanatçılar yapmıştır ama ben bunu ilk kez görüyordum.
Konserin sonunda aynı sırada oturduğumuz İtalyan dostum Giuseppe Farina en güzel şarkısını söylemedi dedi ve hep birlikte tempolu bağırmaya başladık.
Ne var ki “bis” çağrısı yapanların sesleri arasında bizim sesimiz kaynadı.
Sahneye yürüdüm “Nina de Fuego” diye bağırdım.
Duymuyorum der gibi bir hareketle elini kulağına götürüp bana doğru eğildi.
Bunun üzerine daha yüksek sesle “Nina de Fuego” diye bağırdım.
Sağ elinin parmaklarını dudaklarına götürerek öpücük gönderdi.
Yerime dönerken sıralardan arkadaşlar “ne söyledin de öpücük gönderdi” diye takılıyorlardı.
Oysa şarkının güzel bir anlamı var:
Tercümesi “Ateşin Kızı...”
Ama...
İspanyollar bunu “Ateşli Kadın” anlamında kullanıyorlar.
Konserin sonunda Buika yaşam sevincini çikolata lezzetinde sundu:
“Sonuncu şarkı yoktur.
Sonuncu aşk da olmaz.
Sona geldiğimizde kollarımızı açarak Tanrı’ya seslenmeliyiz.
Yenisini ver.”
BOTOKS OUT, “YÜZ YOGASI” INKAHVELERDE, restoranlarda, AVM’lerde her yerde şişirilmiş dudaklar, botokslanmış yüzler ve göz kenarları...
Eleştirenler çok.
Ama...
Anlamak gerek.
Kendilerine özen gösteriyorlar.
Bence eleştirilecek olanlar botoks yaptıranlar değil, botoks yapmanın bir sanat olduğunun bilincinde değil diyebileceğimiz bazı estetikçi hekimler.
Bu işe girişen hekimler bir süre “anatomi, güzellik, altın ölçekler” gibi sahalarda eğitim almalılar.
Çünkü yaptıkları iş bir heykel üretmek gibi...
Kadınları sanat konseptinden yoksun adamlar kesip biçip şişiriyorlar.
Ama iyi olanları da elbette var.
Şimdi özellikle genç yaşlardan başlayarak “yüz yogası” yükselişte.
Doğal ve dalındaki meyve gibi taze kalmış bir yüz.
Güzellik-Gençlik YÜZ YOGASI adlı bir kitap başlangıç için yararlı olabilir. (Kaktüs Yayınları)
Eğlenceli ve bedava.
Örneğin...
“Yanak, dudak ve boyun kaslarını kuvvetlendirmek, cildi gergin tutmak için dudaklar arasına alınmış kurşun kalemi dil ve dudak hareketleriyle günde en az 20 defa çevirmek...”
Böyle onlarca hareket var.
Yanak, göz, alın, çene, gıdı, boyun, tüm yüz kasları için yoga...
Not: Yıllık iznimin bir bölümünü kullanmak üzere tatile çıkıyorum. Gündemim “deniz ve mehtap...”
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum.