Deniz Baykal’ın kürsü performansı dün iyiydi. Bütçe görüşmelerinin Türkiye siyaset tarihinde önemli yeri vardır.
İlk kez bütçe görüşmesini o zamanlar TV olmadığı için radyodan canlı yayınla dinlemiştim.
CHP Grup sözcüsü Hıfzı Oğuz Bekata ile Menderes hükümeti adına söz alan Celal Yardımcı arasında felsefi ve edebi derinliği olan lezzetli bir kürsü düellosuydu.
Bazen nükteler yapıyor, bazen sertleşiyorlardı.
Ama... Üslup çıtasını yüksekte tutuyorlardı.
Gazeteciliğe başladım. Bülent Ecevit’i meditasyon yaparcasına dinlerdim.
Müthiş bir hitabet gücü vardı.
Felsefe, edebiyat, hümanizm ile demlenmiş polemik söylemleri üzerinde sörf yapardı.
Söylenen sözler kadar, kimin söylediği de önemlidir.
Hem “ fikir”, hem “cep” namusu tartışma dışı olan Ece-vit, bu nedenle de etkili oluyordu.
“Bak şu konuşana” dedirtmiyordu.
MEDCEZİR HAREKETİ
Yukarıdaki satırlara devam... Deniz birkaç yıldır çekilmiş görüntüsü veriyordu.
Dünkü bütçe konuşması, denizin geri döndüğünü ve yükseldiğini gösteriyor.
Bu med (yükselme), cezir (alçalma) hareketi, “muhalefet” metaforu olarak da algılanabilir.
Bir şey daha...
“İktidarlar, muhalefeti kendileri üretirler” diye bir söz vardır.
Deniz Baykal formdaydı. Performansı “med” hareketinin başladığını gösteriyor ama bunun yanı sıra iktidar da yıllar içinde ve özellikle şu kriz döneminde onun değirmenlerine epeyce su taşıdı.
Örneğin...
Türkiye’nin cari açığı son 6 yılda 50 milyar dolara dayanmış.
Çok tehlikeli bir rakam... Hele şu kriz sürecinde.
Sadece işsizlik oranı 1 yılda yüzde 10 yükselmiş.
1 yılda dolar ve euro karşısında YTL yüzde 30 değer yitirmiş.
Bankacılık ve reel sektörün dış borç stoku tehlikeli bir şekilde artış gösteriyormuş. 2008 Haziran’ında 190.5 milyar dolar dış borç “doruğunda” yaşamak için gerekli oksijen hayli az.
Krizde bu borçlar nasıl geri ödenecek?
Daha pek çok “olumsuz” gösterge...
Baykal’ın bunları grafiklerle göstermesi, sözlerinin gücünü vurguluyordu.
(TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın artık gereğinde hükümetin de, diğer konuşmacıların da kullanabileceği bir projeksiyon düzeneğini kurdurtması gerekir.)
Baykal, polemiklerde de güçlüydü.
Örneğin...
Başbakan Erdoğan’ın “IMF ümüğümüzü sıkıyor, yüzde 2 büyüme oranı için dayatıyor” söylemini hatırlatarak, “IMF’ye ihtiyacınız yok, işte büyüme hızı sadece yüzde 2” söylemi...
2009 sıfır olursa?
Aşk yakar, ekonomi dondurur.
Toplumun nabız atışı ekonomiye endekslidir.
Ekonomi ümüğünü sıkıyorsa, bunun faturasını siyasete keser.
Baykal da bu damardan girerek akılcı bir politika çizgisi izledi.
Bunu Demirel’in muhalefet jargonu izlemeli.
1 kg buğdayla kaç litre mazot, kaç litre gaz, ne kadar şeker... vs. alınıyordu, şimdi aynı miktar alım için ne kadar buğday gerekiyor?
Muhalefet bu hesap türünü memur maaşı ve işçi ücretine de yayabilir.
ISSIZ ADAM
Nihayet bir “kentli-kentli aşk öyküsü...” “Kentli-kentli” diye yazdım, çünkü “kentli-varoşlu” filmi değil.
Öykünün konusu, insanları, diyaloglar, mekânlar, paylaşılan yaşam tarzı... Hepsi “kentli?”
Başrollerdeki kentli Ada ile Alper’in Anadolu kökenleri sadece paletteki birer renk. Tabloya yansıması kıvamında...
Öldürmeden, ölmeden, ihanet etmeden, çocuk peydahlamadan, kadını aşağılamadan, mahpushaneye düşmeden de oluyor işte.
Müzik harikaydı. Ayla Dikmen, Nil Burak, Semiramis Pekkan, Sezen Aksu... Aşk öyküsünün görüntülerini sımsıcak yaşatıyordu.
Eleştirilecek hiç mi bir şey yok?
Var elbette ama film öylesine güzel akıyor ki, vozurdamaya gerek yok.
21. yüzyılın kentli yaşamında, “fast food” yiyecek gibi çabuk, hatta bir gecede tüketilen “fast aşklara” açılmış “aşkın ömrü uzun da olabilir” parantezi bu.
“Sen gidebilirsin, ama aşkım/aşkın bende kalacak ve sürecek” deyişin sinemayla anlatımı.
Ada, “aşk yarası” almış, yeni bir aşka müdanası olmayan genç kadının, başlarda yadırganan dolambaçsız söylemleri filmin sonunda doğrulanmıyor mu?
Alper rolündeki Cemal Hünel filmde restoran sahibi ve mutfak şefi. Mutfakta da başarılı oynamasının sebebi bar sahibi babasının mutfağında yetişmesi.
Çağan Irmak gene reklamsız, sessiz, derinden ve gene iyi bir film çıkarmış. Yapımcısı, dostum Mustafa Oğuz’u da kutluyorum.