Ergenekon süreci bağlamında Genelkurmay’ın açıklaması “altı çizilerek” okunacak önemdedir.
Bu açıklama “askerin siyasete ve yargıya müdahalesi” mi ekseninde - sanıyorum- tartışılacaktır.
Ancak...
“Kimin söylediği” ötesinde “ne söylendiği” de yorumlanmalı.
Yani...
- Suçlu olduğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kişinin masum sayılacağı yolundaki ceza hukukunun temel ilkesi...
- Soruşturmanın gizliliği...
- Bu temel ilkelere uyulmayarak kişilerin, yargının ve devletin yıpratıldığı...
Bunlar birer gerçek değil mi?
Devlet televizyonundan “ne idiğü belirsiz bir adamın saatlerce konuşturulması ve onun tarafından siyasetçilerin, TSK mensuplarının, iş adamlarının, gazetecilerin, bürokratların hedef alınarak kanıtı olmayan iftiralar atılması, suçlanması, aşağılanması” hukuk devletinde nasıl yaşanabilir?
Öte yandan...
Tuncay Güney’in devlet televizyonundan saatlerce konuşturularak, “sayın” diye ödüllendirilmesi, ekranda onu izleyen milyonlar önünde “itibar” kazanması elbette içe sindirilemez.
Zarf ve mazruf
Askerin açıklaması “zarf” tır.
Hukuk devletinin ihlal edilen ilkeleri ise zarfın kapladığı içeriktir de...
Otomobil kaçakçılığından “dolandırıcılıkla” suçlanan bir kişinin, Ergenekon dosyasından siyasal sorgulaması da izahı olmayan hukukta yol kazasıdır.
TRT’de yapılanlar, yürütmenin yargıya müdahalesi kuşkularını yoğunlaştırıyor.
Gizli olması gereken soruşturma tutanaklarının medyaya servis edilmesi de öyle...
Açık seçik görülüyor ki, devletin içinde yuvalanmış gruplar, çeteler oluşturmuş.
Suikast tabancaları, bombalar, ağır silahlar ve patlayıcılar çeteleşme iddialarının somut işaretleridir.
Bunlarla elbette mücadele etmek ve nereye uzanıyorsa oraya kadar gitmek “dokunulmaz” sanılanlara dokunmak gereği tartışılamaz.
Ama... Hukuk yolunda ilerlerken hukukun güvenlik şeridine girip, onu ihlal etmek yanlıştır.
Başbakan’ın dünkü konuşmasında bu çok duyarlı konuya da girmesi genel beklentiydi.
SAYGINLIK ANISI
Strasbourg’ta doktora öğrencisi ve Avrupa Konseyi TRT muhabiriydim.
Dönemin Strasbourg Büyükelçisi , eskilerde kalmış burnundan kıl aldırmayan bir tipti.
Birgün “büyükelçinin beni çağırdığını ve önemli bir konuda konuşacağını” bildirdiler.
Gittim.
Odasına girdiğimde büyükelçi kasıntı bir havadaydı.
Çalışma masasının önündeki koltuğu gösterdi ve oturmamı işaret etti.
Yarım ağızla hal hatır sorduktan sonra, lafı evirip çevirmeden doğrudan “TRT’ye geçtiğim haberlerden memnun olmadığını” söyledi.
Sesi, beden dili, yukarıdan bakan tavrı ve bu söylem, fena halde sinirime dokunmuştu.
6-7 yıllık gazeteciydim.
Başbakan, liderler, politikacılar, hatta İsmet Paşa ile konuşmalarım olmuştu. Hiç böyle bir söylemle karşılaşmış değildim.
Ben de doğrudan ve net cevap verdim:
“ Sizi memnun etmek için, size beğendirmek için haber yapmıyorum.”
Cevabımı hiç duymamış gibi devam etti:
“Kardeşim, bundan sonra TRT’ye haber geçmeden önce bana göstereceksiniz. Eğer onaylarsam servis edebilirsiniz. Anlaşıldı mı?”
Cevap verdim:
“Ben de sizin bu isteğinizi kesinlikle yerine getirmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. Anlaşıldı mı?”
Büyükelçi, “Günah benden gitti. Sizi TRT Genel Müdürü’ne şikayet edeceğim” dedi.
Cevabım; “TRT, özerk bir kurumdur. Devletin sesi değildir” oldu.
Köprüler atılmıştı.
Odadan çıktım.
Küçük dağların kendisi tarafından yaratıldığını sanan büyükelçi, gerçekten beni şikayet etmiş.
Haber Dairesi Başkanı Doğan Kasaroğlu beni iyi tanırdı.
Gazeteciliğe onun yanında başlamıştım.
Telefonla aradı; “Büyükelçinin şikayet mektubu yazdığını, TRT Genel Müdürü Adnan Öztırak’ın -TRT’nin özerk olduğunu, TRT muhabirlerinin büyükelçilerden ya da diğer herhangi bir devlet kademesinden emir almayacağını, haberlerinin sansür edilemeyeceğini büyükelçiye bildirin- dediğini” söyledi.
“Güneri, gazetecilik neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam et. Gözlerinden öperim” diye noktaladı.
TRT işte buydu.
Yıllar içinde ne yazık ki, özerklik mevzileri tek tek düştü.
İktidarların eli TRT’nin üzerinde oldu.
Tuncay Güney’in TRT 2 ekranında ağırlanışı bağlamında bu anıyı yansıtmakta fayda gördüm.