Akdeniz Üniversitesi’nde yaşananların kökeninde -delikanlı jargonuyla- “kız davası” var mı?
Rektör Prof. Dr. Mustafa Akaydın’dan aldığım izlenimlere göre “evet.”
Ancak... Yeni değil. 1 ay önceye ait.
Genç kızın rahatsız edilmesi, kampusta değil, kentte başlamış.
Gerilim tırmanarak bugünlere gelmiş.
O insan azmanı, eli tabancalı kişi nasıl girebilmişti kampusa?
Üstelik yalnız değil, dışarıdan taşıdığı 30-40 kişiyle gelmiş.
Oysa... Her tarafta kameralar, daha kampusa gelmeden önceki yollarda MOBESE’ler var.
Saptanmamış olması çok zor.
Rektör Akaydın, daha kıvılcımlar uçuşmaya başladığında cuma günü güvenlik güçlerini çağırmış.
Yani olaylar patladığında güvenlik güçleri çoktan kampustalar.
Elbette “polis himayesinde” gibi bir iddiam olamaz.
Fakat... Olayın iyi planlandığını ve sessiz-derinden yürütüldüğünü, ansızın uygulandığını düşünüyorum.
“Kız davası” karşıt görüşler çatışmasına dönüşmüş.
Antalya çok göç alan bir kent.
“Karşıt görüşler kimler?” sorusunun yanıtına girmek istemiyorum.
Allah korusun daha büyük hadiselere neden olabilir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kesin tavır koyuşu, eli tabancalı kişiyle irtibat kuşkularını dağıtmak üzere Antalya İl Yönetimi’ni görevden alması yerindedir.
Sadece MHP için değil, tehlikeli kamplaşma olasılığının da önünü kesmiştir.
Öte yandan... Hadisenin üzerine gidenlerin bir kısmı hedefe Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ı koyuyorlar.
Onun “Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı” bu çabaların başlıca nedeni olmalı.
Onu yıpratmak, bir anlamda YÖK Başkanı’nın karşısındaki blokta gedik açmak...
Ne yazık ki... At gözlükleri, 2008 Türkiye’sinin aksesuarı...
KUŞ SÜTÜ EKSİK ÜNİVERSİTE
Akdeniz Üniversitesi, filmlerde gördüğümüz ABD üniversiteleri gibi.
Yemyeşil çimler, ağaçlar, rengârenk çiçekler geniş alanlara yayılmış.
Fakülte binalarına iyi mimarlar imza atmış.
Gün boyu ışık alan pırıl pırıl amfiler, derslikler... Değerli hocalar... Öğrencilere spor olanaklarını sunan çağdaş tesisler... Bilimsel çalışmalar için kitaplıklardan bilgisayar donanımlarına kadar her türlü olanak, Batı’daki kurumları aratmayacak standartta öğrenci yurtları...
Bu saydıklarıma, bir Amerika ya da Avrupa üniversiteleri dikkate alınarak eklenmesi gereken bir görüntü de “insan malzemesi”dir.
Çimler üzerinde, ağaç gölgelerinde gruplar halinde oturan, kitap okuyan, söyleşen, gitar çalan kız ve erkek öğrenciler...
El ele yürüyen sevgililer...
Amfilerde, dersliklerde, laboratuvarlarda, kütüphanelerde çalışanlar...
Ama... Tüm bu güzelliklerin üzerinde birbirlerine sopalarla, zincirlerle saldıran gençler en düşünülemeyecek manzarayı çizdiler. Hele eli tabancalı o kazık kadar adamın üniversitede işi ne?
Dünyanın en güzel iklimlerinden birine sahip olan Antalya’daki bu yeryüzü cenneti, onlara milletin vergileri harcanarak “emanet” edilmiştir.
Emanete ihanet olmaz. Neden bu kin, hırs, düşmanlık?
Aynı ulusun, aynı toprakların çocuklarısınız.
Sadece milletin emanetine değil, sizinle aynı sıraları, aynı yurtları paylaşan arkadaşlarınızın da haklarına tecavüz ettiniz. Yurtları bıraktırdınız. Fakültelere gitmeye çekinir hale getirdiniz.
Türkiye’ye “Gene mi?” dehşet ürpertileri verdiniz.
UZUN YOL SEFERİ
Yadsınamayacak gerçek şudur: “Hem Türkiye’de, hem AB’de tam üyelik heyecanı iniştedir.”
Bunda ilk sorumluluk AB’nindir.
Fransa, Almanya, Avusturya başta olmak üzere etkin üyelerinin, Türkiye’ye karşı söylem ve tavırları temel nedendir.
Türkiye’de öyle bir izlenim yaratmışlardır ki, “Bu ülke ağzıyla kuş tutsa, AB’ye tam üye yapmazlar.”
Öte yandan... Üyelik müzakereleri başladıktan sonra hükümet AB yolunda, ayağını gazdan çekmiştir.
AB karşıtı söylemler yükselmiştir.
Kamuoyu yoklamalarında da “AB’ye tam üyelik isteyenlerin oranı neredeyse yüzde 50 düşmüştür.
Yani AB siyaset primi yapmayan bir seçenek haline gelmiştir.”
Oysa AB, Türkiye’nin uygarlık rotasıdır.
Geçici dalgalanmalara ve gelir geçer liderlere takmaksızın hedefe yürümek gerekir.
O nedenlerle ben ne Barroso, ne Oli Rehn, ne Angela Merkel, ne de Sarkozy’yi gereğinden fazla önemsiyorum.
Uzun yol seferlerinde zaman zaman hava patlar, dalgalar yükselir ama rotadan şaşmamak gerek.