Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     İstanbul Film Festivali eşiğinde, Atatürk’ün sinema aktörlüğü girişimi için birkaç satır.
Yıl 1932... Kurtuluş Savaşı yıllarının belgeseli hazırlanıyor.
Trakya manevralarında - bu belgesel çalışmalarını yürütmekle görevlendirdiği - Baransel Paşa’ya Mustafa Kemal, "Bitti mi?ödiye sorar.
Baransel, "Paşam size ait sahnelerin çoğunun hareketsiz fotoğraflardan oluşması nedeniyle film henüz tamamlanamadı" cevabını verir.
Bunun üzerine Atatürk şöyle der:
"Ben hayattayım. Milli Mücadele’ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem, hali hazırda mevcut olduğuna göre, çağırdığınız anda bana düşen vazifeyi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir aktör gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu milli vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır."
Atatürk, açıkça "aktörlük yapabileceğini" söylüyor.
Ancak 1937 yılına gelinmiştir. Ve Ata’nın bozulan sağlığı bu projenin gerçekleşmesini önleyecektir.
Yıllar yitirilmese ve Atatürk’e kendi rolünü oynaması zamanında önerilseydi, ulusal varlığımıza harikulade bir katkı olacaktı.
Ne yazık ki, "tek adam" sinema alanında da "yalnız adamödır.
Atatürk gene de bir aktörlük denemesi yapmıştır. 1932 yılında çevrilen ve İstiklal Savaşı üstüne en iyi filmler arasında yer alan Bir Millet Uyanıyor filminde Atatürk rolünü oynamıştır. Ama çok kısadır.

Atatürk sinema için bakınız neler söylemiş:
"Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya laik olduğu ehemmiyeti vermeliyiz."

Atatürk’ün bu yaklaşımı hiç kuşkusuz sinemanın bir türevi olan televizyonu da - o zamanlar hayallerden geçmiyor olsa bile - kapsamaktadır.
Bu görüntülü iletişim, büyük bir insanlık ailesi yaratmaktadır.
Atatürk’ün mesajı ne yazık ki kendi kuşağı ve sonraki kuşaklar tarafından "tam" algılanamadı.
Sinema öylesine gerçekçi bulundu ki adeta korkuldu. Sansür kemendiyle boğulmak istendi. Nâzım Hikmet onlardan biri. Örneğin... Kurtuluş Savaşı Destanı’nda Atatürk oynamalıydı.
Sonraki kuşaklar için de sinema tutuculuğun hedefi oldu.

Atatürk’ün mesajını gene de alanlar oldu. Onlardan biri merhum Nejat Eczacıbaşı’ydı. İstanbul Kültür ve Sanat Festivalleri ve bu bağlamda elbette Film Festivali başyapıttır. Eczacıbaşı’nın etrafındaki aydınlarla birlikte ışığa yürüyüşün yol haritası gibidir.
11 Nisan’dan başlayarak günde 5 seans 200’ü aşkın film izleyeceğiz.
Türkiye’de ve dünyada bir yıldır bu filmlerin seçimleri yapıldı.
Önerileri ve irdelemeleri sinema yazarlarından okuyacaksınız.
Japonya’dan Hindistan’a ve İran’a... İtalya, Fransa, İngiltere, Amerika’ya kadar film karelerinde buluşacağız.
İstanbul Film Festivali aslında Berlin, Venedik, Cannes gibi A grubu festivallerinden biri değil... Onlar yarışmalı ve ilk kez gösterime giren filmlerden oluşuyor.
İstanbul Film Festivali C ve D’lerden değil. B grubunun en önde gelenlerinden.
Bence böylesi daha iyi. İddiası vitrininde değil, cevherinde bir festival.
Atatürk’e ve merhum Nejat Eczacıbaşı’na, onun izinden yürüyen arkadaşlarına teşekkürler.

Kişisel not:
Bu yazıda bazı satırlarını yansıttığım Atilla Dorsay’ın Sinema ve Çağımız yapıtı ve tüm kitapları, sinema salonlarının alacakaranlığında yol gösterecek samanyoludur.