Hapishaneler operasyonuna bir başka mercekten bakış...
"Postmodern Savaş" adlı kitapta anlatılır.
Bağdat'a ateşlenen füzelerin, atılan bombaların burunlarında kameralar vardır.
Bombaların gözlerinden köprülerin, kaçış yollarının, binaların saniye saniye yaklaşan infilak anı, dünya TV ekranlarına yansıtılıyordu.
Milyarlarca insan, televizyon ekranlarında üstün teknolojinin atari oyununu izler gibiydi.
Ses ve ışık efektleri ile siber teknolojinin görkemli gösterisi, dünyayı büyülemişti.
Bu görüntülerde, "insan unsuru" sanki devre dışıydı.
Siber teknolojinin "ölüm düğmeleri"ne basarak, önceden bilgisayarlara programlanmış "yok etme senaryosu"nu uygulayanlar, binlerce insana kıydıklarını görmüyorlardı.
Onlar için hadise, sadece dokundukları bilgisayar tuşlarıydı.
Üstlerine yağan ölümden dehşet içinde kaçışan Irak'lı askerler, siviller, kadınlar, çocuklar da düşmanı görmüyorlardı.
20 hapishaneye birden yapılan baskını da televizyonlardan naklen izledik.
Belki ekrandaki görüntüleri atari oyunu gibi görenler veya görmek isteyenler olmuştur.
Ancak... Bu kez yayınlarda "insani unsurlar" kendini dayattı.
Gerçi, herkes "hapishanelerdeki Örgüt Cumhuriyetleri denebilecek kurtarılmış bölgelerin sürdürülmemesi gereğini" görmüştü.
Müdahale, 10 yıl boyunca iktidarların halı altına süpürerek göstermek istemedikleri gerçeklerin, nihayet temizlenmesi için zorunluydu.
Ayrıca... "Ölüme yatmış, ölüme yatırılmış insanları kurtarmak" gibi bir moral misyonunun da gereğiydi.
Daha önce aydınlar grubu, Tabib Odaları, Barolar, Başsavcı, TBMM'den üyeler, Avrupa'dan temsilciler direnişteki örgütlerin yöneticileriyle diyalog kurmuşlar, açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını durdurmak için çaba göstermişlerdi.
Artık son çarenin "müdahale" olduğu, böylece kamuoyu vicdanında da onaylanmıştı.
Peki... Ya müdahalenin yöntemi?..
Önce belirtelim ki... Devlet, bu operasyona karar verip başladıktan sonra kesinlikle sonuç almalıydı.
Başarısızlık, hapishanelerdeki kurtarılmış bölge görüntülerindeki 10 yıllık aczi ikiye katlayabilirdi.
Ama... Bu operasyonlar "savaş" da değildi!
Kendi topraklarında, kendi hapishanelerine ve kendi insanlarına karşı, insan hayatı kurtarmak için yapılmaktaydı.
O halde planlamasında, teknolojisinde, yönteminde olduğu kadar insani değerlerde de çıta yüksek tutulmalıydı.
"Hayata Dönüş Operasyonu" kurşunla olmazdı.
Teknolojinin yanı sıra, psikoloji etkinliği ile sonuç alınmalıydı.
Tek bir canın bile kaybı istenmemeliydi.
Bu operasyon bir "kıyım, intikam" görüntüsü vermemeli, öyle bir içerik taşımamalıydı.
Bu insani kaygıları ve özeni, yetkililerden dinledik.
Tabii, asıl sonuçları önümüzdeki günlerde alınacak.
Gene de, ne yazık ki kayıplar var.
Bununla beraber unutmayalım ki, 20 hapishaneye birden yapılan çok geniş çaplı bu operasyonlarda yitirilen canların sayısına karşılık, sadece Ulucanlar Cezaevi'nde bir koğuşa yapılan operasyonda dahi 10 mahkum ölmüştü.
Operasyon sonrası da çok önemli.
Devlet, "F" tipi cezaevleri için verdiği sözleri tutmalıdır.
Hikmet Sami Türk'ün "F tipine nakledilenlerin bugünden itibaren avukatları ve bayramda da aileleriyle görüştürülecekleri" yolundaki açıklaması, ilk olumlu işaretler.
Ancak... Mimari değişimleri, cezaevi infaz hakimi, sivil kurullar denetimi, Terörle Mücadele Yasası'nın 16. maddesi, sosyal ortamların oluşturulması ve Adalet Reformu gibi bir dizi sorun, dev bir yığın olarak hala önümüzde durmakta.
Ve bu operasyon, TV ekranlarından izlenen bir atari oyunu değil.
10 yıldır yazılan bir dram.