Fransa bugün de -birkaç değişiklikle- yürürlükte olan 5. Cumhuriyet Anayasası’nı yazmayı ulusal kahraman general de Gaulle’ye bırakmıştı.
Tek başına onun eseridir bu anayasa...
Hıfzı Topuz meslek büyüğümüz dün televizyonda de Gaulle’nin ölüm yıldönümü için düzenlenen bir etkinlikte Fransa siyasetine hâlâ egemen olan “de Gaulle’cilerin” konuşmalarından bazı alıntıları yansıttı:
Kendimize de Gaulle’ci diyoruz.
Bu siyaset kimliğimizle halkın oylarını alıyoruz.
Ama...
Yaptıklarımız, de Gaulle ilkelerinin tam tersi...
Örneğin...
Charles de Gaulle, NATO’ya karşıydı. Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından ayırdı. NATO kuruluşlarını Fransa topraklarından çıkardı. Fransa bu savunma anlaşmasının sadece siyasi kanadında kaldı.
Biz ise Fransa’yı NATO’nun askeri kanadına yeniden soktuk.
Charles de Gaulle ABD’nin küresel patronluğuna karşıydı.
ABD’ye karşı Fransa liderliğinde bir Avrupa ağırlığı oluşturmayı hedeflemişti.
Bizim de içinde olduğumuz Fransa dış siyaseti, ABD çizgisine dönüş yaptı.
ABD politikalarının dümen suyundayız.
Nasıl oluyor da hâlâ “de Gaulle’ci olduğumuzu” iddia edebiliyoruz?
Sözcüklerde bazı farklılıklar olabilir ama Topuz’un anlatımındaki mesaj buydu.
Nasıl Atatürkçüyüz?
Hıfzı Topuz’un de Gaulle’lecilik için söylediklerini ölüm yıldönümünde Atatürk için de düşünelim.
Atatürk, dış politikasını “tam bağımsız Türkiye” temeli üzerine inşa etmişti.
2010 Türkiyesi “tam bağımsız” mı?
Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri “dil devrimi” idi.
2010 Türkiyesi’nden manzaralara bakınız.
TBMM’de bir partinin grubunda, o partinin lideri kürsüye çıkıyor ve Kürtçe konuşuyor.
“Türkçe öğrenmeyi ve konuşmayı reddetmekten” söz ediyor.
Kürtçe anadilde eğitim isteniyor.
Atatürk “milleti ve bölünmez toprağıyla ulus devlet Türkiye” ilkesinin altını çiziyor.
2010 Türkiyesi haritasında “Türk bayrağının yanı sıra Kürt bayrağının dalgalanacağı, kendi yerel parlamentosunun olacağı özerk Kürt bölgesi” dayatılıyor. Hem de namluların gölgesinde...
Atatürk “eğitimde birlik (tevhid-i tedrisat)” ilkesine dayalı eğitim politikasını vurguluyor.
2010 Türkiyesi’nde bu ilke ortasından yırtılıyor.
Atatürk “tekke, zaviye, tarikat” üçgeni üzerine bir çarpı işareti çekiyor.
Hepsini kapatıyor.
2010 Türkiyesi’nde bunlar devlet kadrolarını, siyaset yapılaşmasını ele geçirmekte.
Atatürk “kadın/erkek eşitliğini” getiriyor, 2010 Türkiyesi’ni yönetenler kürsülerden “hiç kadın ve erkek eşit olabilir mi” diye sesleniyorlar.
Atatürk “kıyafet devrimini” yapmıştı, 2010 Türkiyesi’nde cübbeliler, sarıklılar sokaklarda.
........................
Bütün bunlardan sonra hâlâ nasıl “Atatürkçüyüz” denebiliyor?
Önderimiz “akılcılık”
Düz mantıkla bakıldığında yukarıdaki satırlar tam bir “kökten çelişkiyi” ortaya koymakta.
Ancak...
Atatürkçülüğü bir “dogma” yani “değişmez, değiştirilemez, gelişemez, sabit saplantı” olarak görürsek bu böyle.
Oysa...
Atatürkçülük zamanın değişen koşullarında kendini yenilemek iç dinamiğine sahiptir.
Bu dinamik Atatürkçülüğü hep aynı yerde kalan ve pas tutacak olan kalıbı kırdırır.
Rehberi akılcılıktır.
2010 Türkiyesi’nin kanayan yaraları olan sorunlar da “akıl” rehberliğinde çözülecektir.
Çelişkili görünse de çözüm projeleri aslında Atatürkçülüğün iç dinamiği ile gündeme taşınmakta.
Tarihten bir anı...
Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında, Atatürk’le yolları ayrılan eski dava arkadaşı Ali Fuat Cebesoy bir sohbette kafasındaki soru işaretini açar.
“Havarilerin kimler olacak?
Senden sonrasında fikirlerini geleceğe kimler taşıyacak?”
Atatürk şöyle cevap verir:
“Havarilerim yok.
Benden sonraki nesillere ‘akıl ve bilim’ rehberlik edecek.”
Yani...
Yukarıda sözünü ettiğim “Atatürkçülüğün kendini yeni zamanların koşullarına göre yenileyecek iç dinamiği, akıl ve bilimdir.”
Atatürk, “pozitivizme/ akılcılığa” inanıyordu.
Devrimlerini bu paradigmayla hayata geçirmişti.
Bu paradigmayla devrimlerin evrimlerle süreceğine inanmıştı.
Bu açıdan bakıldığında 2010 Türkiyesi’nde “çelişki” gibi algılanan görüntüler aslında “devrimlerin evrimlerle sürdüğü” gibi de yorumlanamaz mı?
Elbette “sapmalar, karşı devrim tuzakları, rövanş tezgâhları, iç ve dış bedhahlar” var.
Ancak...
Hepsi de Atatürk’ün bandıralı amiral gemisi, Atatürk’ün çizdiği rotada ilerleyişini sürdürürken güvertede ters yönde ilerleyen faniler gibiler.
Yattığı yerden hâlâ önünde selam durdurtuyor... Bu da “biat”tır. Charles de Gaulle’cilerin çelişki gibi algılanan yeni çizgileri de böyle yorumlanmalı.
General de Gaulle işgal altındaki Fransa’ya İngiltere’den sesleniyor.