Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

MilliyetYIL 1929...

Cenap And Ankara Kavaklıdere’deki

mütevazı sayılabilecek bağda şarap

üretimine başlar.

Atatürk bağları ve şarap üretim tesislerini ziyaret eder.

Cenap And üniversite eğitimini yurtdışında yapmış, orada evlenmiş ve Türkiye’ye döndüğünde iki hedefe odaklanmış.

Birincisi “klasik müzik.”

Eşi ile birlikte “Sevda - Cenap And Klasik Müzik Vakfı”nı kurmuşlar.

İkinci uğraşı da “şarabın ilk toprakları olan Anadolu’nun ortasında bu geleneği yeniden canlandırmak...”

Atatürk, genç adamı dinler ve yüreklendirir. Ama... Uyarır da:

Haberin Devamı

“İşin zor. Milletimiz yüzyıllardır rakıya alışmış.

Şarabı nasıl sevdireceksin?”

......................

MilliyetAradan 100 yıla yakın zaman geçti.

Kavaklıdere’deki mütevazı bağın

ötesinde 6 buçuk milyon metrekare

bağları oldu. (Neredeyse İstanbul Ataşehir’in

yayıldığı arazi kadar genişlikte...)

Ankara, Kırıkkale, Elazığ, Diyarbakır, Ege’de 6 buçuk milyon metrekare özellikle Anadolu’nun kadim tarihine sahip özgün üzümlerinin yetiştiği bağlar...

Ve... Birkaç ilde üretim tesisleri... Üretimin yarısından fazlası ihraç ediliyor.

......................

Türkiye’de bütün bürokratik ve yasal zorluklara karşın, şarap üretimi, tüketimi artmakta. Kalite yükselişte.

Ne yazık ki hâlâ bu kalite dünya tüketicilerine yeterince tanıtılabilmiş değil.

.....................

İlginç rakamlar da var. Örneğin...Türkiye’de şarap tüketimi, rakı tüketiminin 20 milyon

litre önünde.

Rakı da yükselişte, özel sektöre geçişiyle birlikte kalite arttı.

Ama... Gerilerden gelen votka özellikle gençlerin tercihiyle tırmanıyor.

20 milyon litreyi aştı.

Şarabın en yüksek tüketim türü olması aldatmasın. Türkiye’ye gelen 30 milyon dolayında turistin katkısı büyük.

Bunları geçen hafta Paper Moon’da tadım yaptığımız gece şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Ali Başman ve kardeşi

Murat Başman’dan dinledik.

İkisi de kurucu aileden.

Milliyet

İKİNCİ Dünya Savaşı sornası büyük yıkımın ardından sanatta bir “derin sessizlik” oluşmuştu.
Savaşın travması sanatı da etkilemiş, insanlardaki umutsuzluk ve yılgınlık gri bulutlar gibi yaşamın üzerine çökmüştü.
1950’li yıllarda işte bu alacakaranlıkta bir sanat akımı “ışık sütunu” gibi yükseldi.
Adı “ZERO...” Yani...
Yeni bir başlangıç için “sıfır noktası...”
“ZERO” akımı umut veren ve şeffaf geleceği yansıtan sanat yapıtlarıydı.
Bunların tanıtımı da şenliklerle yapılıyordu.
Rengârenk balonlar uçuruluyor, ışık oyunlarıyla izleyenlere coşku veriyordu.
İleri teknolojiler de kullanılıyordu.
Avrupalılara yıllar boyu unuttuğu
“geleceğe umutla bakışı, neşeyi”
yeniden yaşatmaya başlamıştı.
.....................
Almanya’nın Düsseldorf kentinden başlayarak önce Avrupa’ya sonra Amerika’ya da yayılan “ZERO” sanat akımı, “sıfırdan başlayarak insanlığı yeniden ışıklı geleceğe yükseltmek” psikolojisini vermişti. Zamanla “ZERO” akımı yeni akımlarında tomurcuklanmasına
ve çiçeğe dönüşmesine olanak verdi.
2014’te dünyanın en önemli müzelerinden biri olan New York Guggenheim’da ilk kez sergilendi. 2015’te farklı bir kurguyla Berlin Martin - Gropius - Bau galerilerinde sergilendi.
ZERO Vakfı koleksiyonu eylülün başında Sabancı Üniversitesi Müzesi’nin yer aldığı Emrigan Atlı Köşk’te sergilenecek.
Önemli bir sanat olayı...
Sponsoru Akbank.
Bu bağlamda müzede, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer ve Müzenin Müdürü ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan Ölçer bir öğle
yemeğinde bilgi verdi. Ve bir not:
“Keşke önümüzdeki seçimler Türkiye
için de bir -ZERO- olabilse...
Işıklı bir geleceğin siyaset yapıtlarına tanık olabilsek...”