Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Dumanı tüten kahve, çıtır ekmek ve yanında neredeyse mürekkebi kurumamış taze gazete..."
Sevdiğim gazete reklamlarından biriydi bu.
Ama...
Sabahlarımızın vazgeçilmezleri olan sıcacık çıtır ekmek ve dumanı tüten kahve keyfini gazeteler eskisi kadar veriyor mu?
Ilık suyla dolmuş banyo küvetine kayar gibi gazete sayfalarına dalıyor muyuz artık?
"Evet" cevabını vermek zor.
Tatları kaçtı.
Neden?
Gazetelerin ve gazetecilerin "asgari müşterekleri" orasından burasından bozulduğu, çözüldüğü için belki de...

Özellikle genç okuyuculara "hep böyle değildi" demek isterim. Çok da uzak olmayan tarihlerde gazete patronları ve bizlerin hep birlikte yurtdışı gezilerimiz olurdu. İstanbul'da gazete sahiplerinin bir araya geldikleri davetleri anımsarım.
Patronlar ve gazeteciler hemen bir köşede toplanırlardı.
Anılar, şakalar, takılmalar, taşlamalar, hikâyeler...
En "kanka arkadaş" gibiydiler.
Severlerdi birbirlerini... Sayarlardı.
Gündüz, daha çok satmak, daha çok reklam almak, daha çok atlatma haber, daha ağırlıklı başyazı ve köşe yazısı, daha güzel fotoğraf, daha derin karikatür için yarışırlardı, ama iyi arkadaştılar. Rekabet, dostluğu etkilemezdi, dostluk da rekabeti.
Söz gelişi birinin kâğıt kamyonları, İzmit yolunda trafiğe takılmışsa, ötekinden birkaç kamyon kâğıdı, tek telefonla ödünç alabilirdi.
Biri diğerinden transfer yapmışsa, öteki de ondan gazeteci alırdı.
Altta kalmazlardı ama bu bir problem haline getirilmezdi.
Gazeteciliğin genel sorunları ve yararları konusunda birlikte karar alır, birlikte hareket ederlerdi. Ankara'ya, siyasetçilere hep beraber giderlerdi.
İktidarlara, özellikle ihtilal yönetimlerine karşı omuz omuza sıradağ olurlardı.
Şeffaftılar. Birbirlerinin cemaziyülevvelini bilirlerdi. O nedenle birbirlerinin siciline kefil olabilirlerdi.
Aralarındaki karşılıklı "saygı" bundan kaynaklanırdı.
Basın kavgaları da yayıncılık coğrafyasından, yarar - çıkar ilişkileri coğrafyasına kaymazdı.
Tabii bu satırlarda çizdiğim manzaralara elbette bazı istisnalar olmuştur.
Türkiye, tüm renkleri ile kirlenme sürecinde...
Siyaset, yargı, güvenlik, bürokrasi...
Ama gazete sayfasının ve TV ekranının beyazındaki kirlenme kaygıları ön alıyor.
Gazeteler arasında ortak paydada derin fay kırıkları ve kan grubu uyuşmazlığı oluşmakta.

Yurtdışında bir gezideyim.
Aydın Doğan'ın basın toplantısını ve yankılarını internetten okudum.
Sonra düşündüklerim ve zaman tünelinden yansıttıklarım işte bunlar...
Gelecek için de "umut" referansı olabilirler.
Pırıl pırıl genç yöneticiler, gazeteciler bu geleceğe layık.
Aydın Doğan, çağrıda bulunuyor:
"Medya yıkansın..."
Yani...
"Medya yeniden kendini kazansın" mesajını veriyor.
"Hepimiz hesabımızı verelim. Borçlarını herkes ödesin. Medya organlarımızın sadece kendi alanlarında ve kendi amaçlarında kalmalarına özen gösterelim. Hepimiz vergimizi ödeyelim. Haksız rekabet olmasın. Medya sözcüğü hortum sözcüğüne çağrışım yapmasın. Birimiz saygınlığını kaybederse bütün medya yara alıyor. Çıtayı yüksek tutalım...
İşte ben bu basın toplantısıyla ilk adımı attım..."
Sözleri ve mesajı, umduğu menzile erişti mi?
Gördüğüm kadarıyla henüz "hayır".
Ancak...
Çiviyi kütüğe çakmak için tekrar tekrar vurmak gerek.
Bu basın söyleşisiyle bir ilk başlamış oldu.