14 yıldır cevabı kesinleşmiş olmayan ve zikzaklar çizilen sorun bir kez daha Türkiye ajandasında 1 numara.
“Abdullah Öcalan’la mı yoksa onsuz mu?”
Daha önce “TESEV Raporu” adıyla bilinen Cengiz Çandar’ın yazdığı “Dağdan iniş-PKK Nasıl Silah Bırakabilir? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” başlıklı çalışmayı burada ayrıntılı yansıtamıyorum.
Ama...
O çalışmayı son “Dağlıca baskını” ile de güncelleştiren bir yazısı Radikal’de yayımlandı.
Dikkatle okunmalı...
İşte o yazıdan bazı satırlar.
PKK ile savaş nasıl biter?
KCK operasyonları PKK’ya “Savaşına devam et” çağrısıdır.
Esas anlam budur.
Avni Özgürel, Karayılan’la röportajında “çözüm noktasına yaklaşılmış mıydı?” diye soruyor ve şu cevabı alıyor:
“Evet, çok yaklaşılmıştı...
Ama sonra devletin-hükümetin- bürokrasinin kararında gerçekte köklü bir değişiklik olmadığını düşündüren hadiselerle karşılaştık.
Çünkü aksi olsa çözüm olurdu.”
Bundan birkaç ay önce devletin en üst sorumluluk konumunda birinden aşağı-yukarı aynı cümleleri işittim. Tek fark, Karayılan, işin bozulmasının sorumluluğunun “devlet-hükümet-bürokrasiye” yüklerken, o, “PKK’ya” yüklüyordu.
İp geçen yılın 15 Mayıs-15 Temmuz’u arasında koptu.
Niye, nasıl koptu? Kim sorumlu? Konunun aydınlanmamış gizemli bir tarafı olduğu muhakkak.
Ancak madem ki, her iki tarafın en yüksek pozisyonda olanlar “çözüme çok yaklaşmıştık” tespitinde bulunuyorlar...
Gelinmiş noktayı “sıfır toplamlı” göremeyiz.
Bundan sonra “çözüme doğru ilerlemek” istiyorsak atılacak adımlar Oslo’yla elde edilen tüm kazanımlar üzerine bina edilmelidir.
Geçen yılın 15 Temmuz öncesi şartlarının ve mekanizmalarının canlandırılmasında yarar var.
ÖCALAN VE KARAYILAN FAKTÖRLERİ
CENGİZ Çandar’ın satırlarıyla devam.
Geçen yılın Silvan saldırısı, Abdullah Öcalan’ın örgütüne söz geçiremediğine dolayısıyla Öcalan ile dans etmenin artık gerekmediğine kanıt olarak gösterildi.
Bu değerlendirme, Öcalan’ın tecridine meşruiyet sağladı.
Bu zihniyetin sonucu, ister istemez, “güvenlik öncelikli politikalara yönelmek” oldu.
O gün bugündür KCK’lı diye atılanların sayısı 7-8 bin dolaylarında.
Silvan saldırısından sonra Abdullah Öcalan’a ilişkin değerlendirme şimdi (Dağlıca saldırısından sonra G.C) Murat Karayılan için yapılacağa benziyor.
Yani, onu da “yok” varsayıp, devre dışı bırakmak.
Bu yanlıştır.
Karayılan, ne olursa olsun, PKK’nın en yetkili ve üstelik siyasi çözüm açısından “en makul” yöneticisi olmaya devam ediyor. PKK’yı çeşitli bölgesel aktörlerin etkisinden ve kullanımından sıyırıp, “Türkiyeleştirmek” için en uygun diyalog partneri de odur.
Lideri hapiste, kadroları geniş bir coğrafyaya dağılmış ve içinde bir sürü farklı eğilim barındıran silahlı bir siyasi hareketin üzerinde “böl-yönet” politikası güderseniz, “şiddet” en etkili ve güçlü “yapıştırıcı” ve “birleştirici” rolü oynar.
Çandar yazısında “Abdullah Öcalan’a tecridin kaldırılması gereğini” de öne sürüyor.
ZANA OLAYI
ÇANDAR Zana’nın “Tayyip Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum” söylemi üzerine iktidara yakın çevrelerce övgülere boğulduğuna işaret ediyor.
Ama...
Zana’nın söylemine “2004’te devlet tarafından uygulanan Kürtleri böl-yönet mantığı hâkimdi” diye başlamış olduğunu hatırlatıyor.
“Abdullah Öcalan- PKK, Murat Karayılan-diğerleri, Leyla Zana- BDP; bu farklılıkların altını çizmenin bir yararı olmayacak” sonucuna varıyor.
BEYAZ BAYRAK BEKLENTİSİ
YAZININ devamından satırları sürdürüyorum.
PKK, silahları susturmalı.
Kesinlikle. Ama nasıl?
PKK’nın “beyaz bayrak” çekip teslim olacağını beklemek herhalde, gerçekçi değil. Öyleyse, PKK’nın silahları susturmasının zemini devlet-hükümet tarafından hazırlanmalı.
Neyin yapılmaması gerektiğini bu zemin için örnek gösteriyor.
Yüksel Genç, 1999’da Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla “barış jesti” gelip teslim olan ilk PKK’lı grubun içindeydi.
5 yıl hapis yattı.
Şimdi tekrar, bu kez “KCK kapsamında” tutuklandı.
Onun da satırları şöyle:
“Kaderin cilvesine bakın ki, dağdan gerilla olarak gelen ben, üyelikten 5 yılla cezalandırılmıştım. Şimdi ise kentte gazetecilik yaptığım için 20 yılla yargılanıyorum. Dışarıda kalan diğer grup üyelerinin de benzer gerekçelerle yeniden tutuklanmayacaklarının hiçbir garantisi yok.
Bu tabloya bakan bir örgüt, kentte yasal alanda mücadele seçeneğini kullanır mı? Varın siz düşünün.”
Demokratik çözümler için karşılıklı “güven arttırıcı tavırlar” terör belasının yaşandığı bütün ülkeler için geçerlidir.
Yüksel Genç yazısının sonlarında sormuş:
“Bu durumda eğri oturup doğru konuşacağız................
PKK’lılar dağdan niye gelsin, nasıl gelsin? Nereye gelsin?
Cezaevinde yatmak için mi?
Sonrasında siyasi hayatın dışına çekilmek için mi?
Yoksa herhangi bir siyasi aktivitesinde yeniden yargılanıp tutuklanmak için mi?
Yanıtı olan açık söylesin?”
................
Yukarıdaki satırlardan bazılarına karşı düşüncelerim de olmakla birlikte bütünündeki mantık dokusunu hükümetin dikkate almasında büyük fayda var.
Ama...
“Niye gelsin, nasıl gelsin, nereye gelsin” sorusuna cevabın, “önsözü” şudur:
“PKK’nın silah bırakması, özlediğimiz barış şarkısının yazılacağı notaları açacak -sol anahtarı- olur.”