Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

İki duyarlı konu... Bunlar, yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in göreve başlamasıyla birlikte kamuoyunun ondan beklentisi...
1- TSK, PKK’ya karşı mücadelede başarılı oldu mu, olamadı mı?
Genelkurmay Başkanlığı’nın son aylarında Orgeneral İlker Başbuğ bu soruya “somut” cevap vermişti.
PKK’nın Türkiye ve Kuzey Irak silahlı kadrosu ortalama 6 bindir.
Silahlı Kuvvetlerin etkisiz hale getirdiği PKK’lı sayısı 30 bin. (Org. Başbuğ “öldürüldü” sözcüğünün yerine, TSK’nın “etkisiz hale getirildi” söylemini kullandığını da vurgulamıştı. G.C.)
Açıkça görülüyor ki, TSK, dağ kadrolarını 1 değil tam 5 kez sıfırlayacak sonuçlar almıştır. (10 bin PKK’lı da ya teslim olmuş, ya yaralanmıştır.)
Bu durumda, PKK’ya karşı mücadelede “TSK başarısız kaldı” diyebilmek ya kasıttır ya da yanlış.
Peki...
Neden hâlâ PKK, silahlı sayısını sürdürebiliyor?
Bu sorunun cevabı, siyasetçinin PKK’ya karşı mücadelede “başarısız” kaldığıdır.
Sivil siyasetin çözüm üretememiş olmasıdır.
Oy hesaplarına odaklı ürkek politikalarla dağa çıkış trafiği durdurulamamıştır.
Çünkü... Aş ve iş verememiştir.
Boşalan köyler, tarımı, hayvancılığı öldürmüştür.
Göçler nedeniyle nüfusu şişen kentlerde yılgın ve umutsuz gençler PKK’nın çekim alanına kapılmışlardır.

Haberin Devamı
Başarısızlık mugalatası ve Heron gölgesi


Böyle bir sosyal ve ekonomik zeminde TSK, PKK’yı 5 değil, 10 kez etkisiz hale getirse ne değişir?
Elbette sorunu sadece aş ve iş olarak görmek “dar açılı” bakış olur.
Demokratik ve kültürel boyutlar da, sırf tepki oylarından çekinmek nedeniyle mehter yürüyüş temposunda kalmıştır.
Yeni Genelkurmay Başkanı Koşaner’in, başında bulunduğu köklü kurum TSK’ya “ulusun güveni” için bu gerçeklerin altını çizmesinde fayda var.
2- PKK’nın kanlı karakol saldırıları için “vahim” iddialar yayımlandı.
Son olarak da “insansız hava aracı Heronlardan gelen görüntülere karşın karakolla iletişim kurulamadığı ve gencecik çocuklarımızın göz göre göre şehit oldukları” iddiası...
PKK’lıların karakola yaklaşmakta olduklarını saptayan kare kare görüntüler...
TSK, bu konuda bir açıklama yapmadı.
Medyanın bir bölümü ise “Genelkurmay hâlâ neden sessiz” sorusunu gündemde tutuyor.
Ve inanın ki, halk arasında bu konu üzüntüyle konuşulmakta.
YAŞ süreci boyunca TSK, tayinlere, terfilere ve hükümetle arasındaki sorunlara odaklanmıştı.
Ama...
Bir süredir işleyen bu yaraya neşter atma zamanıdır.

EVREN PAŞA’NIN MERCEĞİNDEN
1980’li yılların ikinci yarısıydı... 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, PKK’nın yeniden namlu göstermeye başladığı günlerde şöyle bir tespitte bulunmuştu:
“Necdet Paşa (Üruğ G.C. ) bana, ‘Güneydoğu’dan erken çekildik galiba. Oradaki fesadı tam temizleyemedik’ demişti.”
Doğru.
Evren Paşa’nın kaygılı olduğunu başka söylemleriyle de hatırlıyorum.
PKK’nın dehşet ürpertileri veren kanlı eylemlerinden sonra birkaç kez “Söylediğim nasıl doğru çıkıyor, görüyor musun?” diye ilk sözlerini hatırlatmıştı.
Yıllar yıllar aktı...
Bakın şimdi 12 Eylül referandumuna giden süreçte ramazan boyu ateşkes için -neredeyse- ağızlarının içine bakılmaktaydı.
İçe sindirmek zor, ama akan kanın 1 ay için bile durması, PKK saldırılarının askıya alınması gene de bir “artı”dır.
“20 Eylül 2010 tarihine kadar PKK’nın herhangi bir eylem yapmayacağı, ancak kendisine yönelik operasyonlar karşısında savunma hakkını kullanacağı” açıklandı.
Maskeler
Bütün bunlar bile çok yıllar önceki öngörünün doğrulanışıdır.
Ertuğrul Akbay’ın Kenan Evren Paşa ile yaptığı söyleşiyi “SÖZCÜ” gazetesinde ilgiyle okudum.
Ertuğrul Akbay, haberi, fotoğrafı aslanın boğazından söküp çıkaran gazeteciydi.
İşleri oğluna bırakmış, kendini spora odaklamıştı.
Evren Paşa’yla söyleşi yaparak geri döndü.
Doğru zamanda, doğru şahısla söyleşerek yaptığı bu dönüş, umarım ki kalıcı olur.
SÖZCÜ’deki yazı dizisinde, Evren Paşa’nın bir söylemi için daha, “doğru” dedim.
“12 Eylül’de TSK yönetime el koyduktan sonra Kenan Evren ve onun başında bulunduğu askeri yönetime övgüler yazanların şimdi ona her fırsatta saldırdıklarını” söylemiş Ertuğrul’a...
Elbette herkes eleştirilir, icraatları sorgulanabilir, ama aynı adama alkış tutmuş eller, övgüler sıralamış dillerin durumları başkadır...
12 Eylül sürecinde, askeri yönetimin özel koşulları nedeniyle eleştiri yapmamış olmayı anlamak mümkün; ama serin ve mesafeli kalmak seçenekleri varken o zaman alkış ve övgü neden?
12 Eylül yönetimi kimseye “alkış ya da övgü” zorlaması yapmıyordu ki...
Bunca yıl sustuktan sonra referandumda “EVET”leri karbonatlamak için 12 Eylül’ü ellerine ve dillerine dolayanları kastediyor Kenan Evren...
Sandıklardan çıkacak “HAYIR”lara da, “EVET”lere de saygı duymak demokrasinin gereğidir.
Ancak...
Amaç kadar, amaca gitmek için kullanılan araç da saygın olmalıdır.