Türkiye, BBG diye anılan Biri Bizi Gözetliyor oyununda değil.
Yani...
Büyük ağabey AB tarafından sürekli gözleniyor ve içeriden bizden birileri, birilerine "Sen yaramazsın. Haydi oyun dışına" diyebiliyor sanılmamalı.
AB bir kulüp.
Üyelik için belirli koşulları var.
Türkiye üyelik için başvurmuş. AB de koşullarını Katılım Ortaklığı Belgesi ile bir kez daha bildirmiş.
Türkiye, hükümetin üç ortağının kararıyla o belgede yer alan koşulları kısa, orta ve uzun vadede yerine getirmek üzere bir takvim vermiş.
Takvimin kısa döneminde, anadilde radyo - TV yayın hakkı öngörülmekte.
Süre Ulusal Program'ın Resmi Gazete'de yayımlandığı 22 Mart'ta doluyor.
Anadilde eğitim hakkının düzenlenmesi ve idamın kaldırılması ise orta vadeli vaadler.
Daha sonraya sarkabilir.
Hatta "biz bunları daha da ileri tarihlere bırakıyoruz" bildiriminde bulunursa, AB, Türkiye'yi sıkıştıracak değil.
"Neşen bilir. Yapabildiğin zaman görüşürüz" deyip geçecek.
Peki Türkiye'nin acelesi ne?
Eğer kısa vadeli takvimde yer alan vaatleri zamanında gerçekleştirirse, AB'nin haziran toplantısına yetişmiş olacak.
Ekim başında ise AB'nin "İlerleme Raporu" hazırlanacak.
Türkiye o tarihten önce orta vadeli takvimde öngörülenleri de gerçekleştirirse, AB'nin yıl sonunda açıklayacağı genişleme sürecini yakalar. Tam üyelik görüşmelerini başlatma olanağını elde eder.
Aksi halde, son kompartmanları da yeniler için rezervasyonlarla dolduran AB treni, kalkar gider.
Ne zaman yeniden yetişilir... hatta yetişilir mi bilinmez.
O tür siyaset "tilt" olmaya mahkumdur.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in üslup mimarisinden süzülen söylem estetiği zihin gettolarını ustaca ortaya koymaktadır.
"AB çocuklarımızın geleceğidir.
Entelektüel tartışma konusu değildir" diyor.
Tamamlayalım.
AB politikası, varoşlarda "asker uğurlamasını" andırır siyasetlerle olmaz.
Beyoğlu Caddesi Batıcılığı ile hiç olmaz.
Zihin gettolarından çıkılmalı.
Gerçekler görülmeli...
Kısa dönem takviminde yer alan "anadilde radyo - TV" konusunda, Avrupa nerede?
Bütün AB üyesi ülkeler için karşılaştırmalı bir araştırma var.
"Romanlardan" başka, farklı kültür ve etnisite bulunmayan Portekiz dışında bütün üye ülkeler şu veya bu şekilde anadilde radyo - TV yayın hakkını veriyorlar.
O nedenle, bu konuda siyah - beyaz netliğinde bir karşı tutumu, Türkiye'nin AB anlayışına izahı mümkün değil.
Ama, gerçekçi örneklerle, ulusal yararları gözeten düzenlemeler olabilir.
Örneğin, diğer AB üyesi ülkelerin tersine Yunanistan "Avrupa Azınlık Dilleri Şartını" imzalamış değil.
Yunanistan'da münhasıran yabancı dilde yayın yapan bir TV kanalı yoktur. Ancak yayın dilinin sadece Yunanca olacağı yolunda bir hüküm yasalarında bulunmamakta.
Yunanca dışında yayınlarda (örneğin Türkçe) Yunanca alt yazı zorunluğu vardır. Ayrıca yayının yüzde 25'i de Yunanca olmalıdır.
Yayınlarda "çok iyi Yunanca kullanılması, bu hakkın, ülkenin temel yararlarına karşı olamayacağı" hükümleri de var.
Türkiye bu modelden türevler üretemez mi?
Fransa Anayasası'na göre "Cumhuriyetin dili Fransızcadır."
Azınlık Dilleri Şartı'nı imzalamamıştır.
Ancak... Fransız Devlet Radyo - TV Yasası başka dilde yayınları şu üç koşulla düzenlemiştir.
1- Bölgesel ve yerel farklılıkların değerlendirilmesi ama Fransız dilinin geliştirilmesi.
2- Bizdeki RTÜK karşıtı kurumla, yayın kuruluşu arasında anayasal çerçevede anlaşma yapılması.
Devlet radyo ve TV'lerinde, günün belirli saatlerinde belirli sürelerde Alzasça, Baskça ve Brötonca yerel yayın yapılmaktadır. O süre içinde ülke genelindeki yayımların yerine o üç yörede yerel yayınlar girmektedir.
Sadece Bröton bölgesinde TF 1 ve yörenin işadamlarının ortaklıklarıyla Brötonca yayım yapan bir TV kanalı var.
O da aynı ülkenin bütünlüğü ve anayasal kurallara bağlı ve ulusal TF'nin yayın ortaklığı ile denetlenmekte.
Acaba bunları tartışmak, birbirini suçlayarak BBG oynamaktan daha iyi değil mi?