Merhum Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil zorlu dönemlerde çetin müzakerelerden sonra "Şimdi biraz da kendimize iyi muamele yapalım" derdi. Sevdiği bir ortamın yumuşacık parantezine girerdi.
Karanlıklar içinde bir avuç mavi gökyüzü bulurdu.
Sunderland’in Işık Stadyumu’nda oynanacak Türkiye - İngiltere milli futbol maçına geldiğim İngiltere’de öyle bir "ruh hali" içindeyim.
Türkiye’de son aylarda yaşadıklarımızdan sonra bu maç kendimize "biraz iyi muamele etmek" olabilir.
Gerçekten ihtiyacımız var.
Bazı kelimeler yazılırken deriyi çizer, acıtır. Bazıları ise okşar...
İngiliz gazetelerinde Türkiye Milli Takımı için satırlar okşayıcı sayılabilir.
Önce 7’nci Grup’ta Türkiye’nin 9 puanla birinci, İngiltere’nin 7 puanla ikinci olduğunu okumak hoş bir duygu.
The Independent gazetesi şöyle yazıyor: "İngiltere, Dünya Kupası’nda ilk 8’e bile girememişti. Ama Türkiye 3’üncü olmuştu."
İngiliz basınından şöyle satırlar yansıtayım: "İngiltere’de Owen, Beckham, Scholes ve Gerrard gibi dünya çapında yıldızlar oynuyor ama Türkiye’de de küresel futbolcular var.
Örneğin... 23 yaşında bereket tanrısı gibi gol üreten Nihat Kahveci ve 27 yaşında Türk futbolunun ‘Pin - Up - ‘ı İlhan Mansız, Türk Maradona’sı Emre, dünyanın en iyi kalecisi sayılan Rüştü, İngiltere’de oynayan Alpay, Tugay ve Hakan, Almanya’da oynayan Yıldıray...
Elbette Hasan Şaş."
Gazetelere göre bu isimlerle Türkiye gerçekten büyük bir güç.
İngiliz basınına göre Türk futbolcular tıpkı iyi bir maden gibi Türkiye’de bulunuyorlar ama genellikle Almanya’da cilalanıyorlar.
İkinci ve üçüncü nesil Almanya’da yetişmiş Türk futbolcuların modern futbolu daha iyi okudukları ve arkadaşlarını da motive ettikleri iddia ediliyor.
Doğruluk payı olsa bile abartılı.
Avrupa kendine Türk futbolunun pırıltılarından bile bir rant çıkarma peşinde.
Buna karşılık Milli Takım’da oynayanların yarısından fazlasının Avrupa’da top koşturmakta oldukları bir gerçek. İşte asıl iddia bu...
Ressamlarımız, yazarlarımız, mimarlarımız, bilim adamlarımız ve diğer alanlardaki insanlarımız da bu çizgiyi yakalarsa, Türkiye, "kendine iyi muamele edecek ruhsal coğrafyayı" genişletmiş olur.
Öte yandan... İngiltere’den alınacak sonuç "beklenen" olmasa bile gene de üzerimizdeki karabasanı öteleyecek bir esintiyi yaşıyoruz.
Şu satırları maçın oynanmasından birkaç saat önce yazıyorum.
"Umut" etmek bile güzel. Çünkü bazı alanlarda "umut" bile lüks hale geldi.
Televizyonlar döne döne Leeds maçı holiganlarının Taksim’de çıkardıkları kavgayı ve orada bıçaklanarak öldürülen 2 İngiliz’i gösteriyor.
Kopenhag’da yüzlerce İngiliz ve Türk’ün kavgalarını yansıtıyor.
Bizim gruba çok dikkatli olmamız önerisinde bulunuldu. Pub’lara, restoranlara yalnız gitmemiz istenmiyor.
Büyücek bir grup gazeteci, burada Milli Takım resmi sponsoru Turkcell’in konuğuyuz.
Programı uygularken etrafımızda sürekli korumalar var. Maçta da yanımızda olacaklarmış.
Leeds maçından biliyorum, inanılmaz bir gerilimdir. Maçta stadyumun sağında en yukarıya oturtulmuştuk. Etrafımızda sadece 7 - 8 polis... Yarısı kadın. Her aksiyonda on binler bize dönüyor, yumruk sıkıyordu.
Üzerimize aksalar bir anda yok ederlerdi.
Gene de Türk bayrağını açmıştık.
Roma’daki maçta ise tepki eyleme dönüşmüştü. Üzerimize binlerce pet şişe yağıyordu. Statta 3 saat hapis kalmıştık.
Daha maça giderken otobüsümüzün camına bir kaya parçası fırlatmışlardı.
Etrafa cam parçacıkları savrulurken "bomba" diye bağıranlar vardı.
Hava masmavi. Kuzey güneşi ısıtıyor. Beklentilerimiz yüksek.
Türkiye, İngiltere ile bugüne kadar yaptığı bütün maçların hepsini kaybetti. 22 gol yedik, hiç gol atamadık.
Sonuç üzücü ama hiç değilse bir güzel düştü...